Avrupa

AKDENİZ’İN EN BÜYÜK ADASI: SİCİLYA

İtalya çizmesinin en ucundan, binlerce yıl önce büyük depremler sonucu kopan Sicilya’ya iki yolla gidilebilir. Birinci ve kolay yol; Roma veya Milano’da aktarma yaparak uçakla, adanın kuzey-batısında ki başkenti Palermo’ya ulaşmak; ikinci yol ise Yunan mitolojisine göre Odysse’de Ulysse tarafından geçilen ve her iki yakasında Charybde ve Scylla isimli, denizcileri korkutan iki dişi devin durduğu, İtalya’nın güneyindeki Calabria bölgesinde bulunan, en dar yeri 3300 metre genişliğindeki Mesina Boğazı’ndan feribotla geçmektir.

                                Syracusa

Grek devri kolonizasyonu haricinde, Palermo, ada tarihinin bütün evrelerini yaşamıştır. Önce, MÖ.VIII. yüzyılda Fenike kolonisi, daha sonra da Kartaca ileri karakolu olan Palermo, 251 yılında Romalılar tarafından alınmış ve V. yüzyılda barbarlar tarafından istila edilerek, Bizans idaresi altında düşüş dönemini yaşamıştır. IX ve X. yüzyılda Arap istilası altında zengin bir emirliğe dönüşen Palermo, parlak bir İslam kültürü merkezi olmuştur. XI. yüzyılın sonlarından itibaren Normanlar adanın tamamına hakim olarak güçlü bir monarşi kurmuşlardır. Palermo, 1194 ile 1250 yılları arasında Hohenstaufen ailesi tarafından idare edilen Sicilya Adası Kralığı’nın, yıldızı parıldayan başkenti olur. Daha sonra, 1266 yılında, Fransa kralı St. Louis’nin kardeşi, Anjou Dükü, Sicilya kralı olarak taç giyer ve yirmi yıl sonra şehir Aragon Krallığı’nın idaresine geçinceye kadar tahtta kalır. Napoli Krallığı ile birleşerek iki Sicilya Krallığı adını alan ada, 1713 yılında Savoie Krallığı’nın hükümranlığına geçer ve onlarda Sardunya Adası karşılığında, Sicilya’yı Hasburg ailesine bırakır. 1734 yılında İspanya’nın himayesinde iki Sicilya Krallığı yeniden canlandırılır. 1860’da Garibaldi tarafından işgal edilerek İtalyan Krallığı ailesine katılan Sicilya, 1948 senesinde özerk bir statüye geçerek, günümüze kadar bölgesel bir parlamento tarafından idare edilir.

                            Syracusa

Palermo’daki bu tarihi çeşitliliği, binaların mimari tarzlarında da gözlemlemek mümkün. Bugün bölgesel parlamentoya ev sahipliği yapan ve çoğu zaman Arap mimari tarzıyla karışan Norman stilinin öne çıktığı Norman Sarayı; harika freskleriyle Capella Palatina; mimari bir şaheser olan Katedral; kırmızı kubbeleri ve renkli bitkilerle dolu iç avlusuyla San Giovanni degli Ermiti; büyük altın deniz kabuğu anlamına gelen Conca d’oro Körfezive portakal bahçeleriyle kaplı vadinin harika panaromasına hakim Monreale Tepesi‘ndeki içi mozaiklerle kaplı Benedikten Manastırı; içinde olağanüstü bir Sicilya resim ve heykel koleksiyonu barındıran, XV. yüzyılda inşa edilmiş Abatellis Sarayı; Sicilyalıların çıplak heykellerinden dolayı utanç çeşmesi anlamına gelen Fontana delle Vergogne diye adlandırdıkları, hayvan ve deniz tanrılarını temsil eden harika heykellerle süslü XVI. yüzyıldan kalma abidevi bir çeşme olan Fontana Pretoria, bu farklı tarzların izlenebildiği en seçkin örneklerdir.

                                Taormina

Palermo’nun pek etkilenmediği 1693 depreminden sonra yeniden inşa edilmek mecburiyetinde kalınan Siciyalya’da Barok stili öne çıkmakta. Bu dönemden günümüze birçok saray ve kilise gelmiştir. Corso Vittorio Emmanuele ile Via Maqueda Caddelerinin kesiştiği yerde bulunan Piazza dei Quattro Canti Meydanı, Palermo şehrinin ve barok mimarisinin kalbidir. Zamanla barok yerini neoklasik stile bırakır. Birçok bina bu değişime uyar. Mesela Gangi Sarayı 1750 senesinden itibaren yapılan değişiklerle yeni akıma uyum sağlamıştır. Barok döneminden sadece, Visconti’nin 1963’de çevirdiği “Leopar” filmiyle ölümsüzleşen “Aynalı Galeri” kalmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen ve ilk büyük tiyatro binası olan Politeama Garibaldi, Francis Ford Coppola’nın çevirdiği Il Padrino (Baba) III filminin bazı sahnelerine dekor olarak kullanılan Massimo Tiyatrosu gibi neoklasik mimarinin en güzel örneklerini oluşturur. XX. yüzyılın başında özellikle Via della Libertà Caddesi boyunca çok güzel Art Nouveau villalar inşa edilmiş. Roma caddesiyle liman arasında kalan dar sokaklar rengarenk balık, deniz ürünleri, meyve, sebze, hamur işleri ve baharatların sergilendiği Palermo’nun en eski pazar yeri Vucciria’ya doğru gider. Sicilya mutfağı muhteşem tat ve kokuların birleştiği Akdeniz, İtalyan ve Arap mutfaklarının bir karışımıdır.

                               Segesta

Artık Palermo’dan ayrılıp adanın şehirlerini, kasabalarını, Grek ve Roma kalıntılarıyla dolu ören yerlerini keşfetme zamanı. Önce, 70 km. güneybatıda bulunan ve başkente güzel bir yolla bağlanan Segesta ile başlayalım. Kuruluşu MÖ. 425 yıllarına kadar uzanan bu klasik Grek antik şehrinde Barbo Dağı’na yaslanan ve iyi korunmuş bir tiyatro ile Sicilya’nın sembolü haline gelmiş bulunan harika bir Dorik tapınak bizi beklemekte. Biraz daha batıda, efsaneye göre Venüs’ün Herkül tarafından öldürülen oğlu Eryx tarafından kurulduğu rivayet edilen Erice bulunmakta. Çiçekli avlulu taş evleri, parke taşlı sokakları ve çevresindeki surlarıyla tipik bir orta çağ şehri. Antik dönemde Eryx Dağı diye anılan San Giuliano Dağı’nın tepesinde, eski bir Venüs tapınağının yerine inşa edilmiş Norman Şatosu‘yla, şehirden Trapani Körfezi’nin güzel bir panaromasını görmek mümkün. Daha sonra yol, Mozia Adası’nın karşısında ki tuzlaların yanından geçmekte. Buradaki, tuz elde etme metodları adaya Fenikeliler tarafından getirilmiş.

                               Cefalu

Aynı bölgede, adaya Trinacria adını veren üç burundan biri olan Beo Burnu’nun uçunda yerleşmiş olan Marsala şehri bulunmakta. Şehir özellikle Porto şarabına benzeyen tatlı Marsala şarabıyla tanınmakta. İngiliz tüccarlar tarafından satılan bu şarap İngiliz halkının o kadar beğenisini almış ki, Trafalgar zaferinden sonra kral adını zafer şarabı koymuş. Güneye doğru inince Akdeniz’in en büyük antik Grek şehirlerinden birinin geniş arkeolojik kalıntılarını kapsayan Selinunte gelir. Sicilya ve özellikle de Selinunte Yunanlılarla Kartacalı Fenikelilerin çatışmalarına sahne olmuştur. MÖ VII. yüzyılda kurulan bu güçlü şehir MÖ. 409 yılında Kartacalılar tarafından kuşatılmış ve tahrip edilmiştir. Yüz kilometre kadar bir mesafede, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan ve Tapınaklar Vadisi diye de adlandırılan, Klasik Yunan döneminin en öndeki temsilcisi Agrigente kenti bulunmakta. Yunanlılar tarafından Akragas ve Romalılar tarafından da Agrigentum diye anılan bu harika şehir, muhteşem bir panaromanın içinde yer alır. MÖ 582’de kuruluşundan sonra, filozof Empedokles’in doğum yeri olan Agrigente kentinde Atina’nın Akropolünden fazla tapınak bulunmaktaydı. Şehrin yakınında, 1934 Edebiyat Nobel Ödülü sahibi şair ve drama yazarı Luigi Pirandello’nun doğduğu ev bulunmakta.

                            Catania

Uzun bir süre sahili takip ettikten sonra Sicilya’nın içlerine doğru giriyoruz ve oldukça vahşi bir manzaranın içinden adanın ortasındaki Piazza Armerina’ya varıyoruz. Şehrin yakınlarında, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Villa Romana del Casale bulunmakta. IV. yüzyılda, Gela Nehri’nin kıyısında inşa edilmiş olan bu muhteşem Roma Villası, bir yangının ardından asırlar boyu saklı kalmış. Villanın çok sayıdaki odasının tabanları, oyun, avcılık, spor, sirk, tiyatro, tarih, mitoloji ve yatak odasının tabanı da erotik denilebilecek sahnelerin işlendiği mozaiklerle süslenmiş.

                               Palermo

Syracusa’ya gitmek için, üç tepenin üzerine kurulu, seramik şehri Caltagirone’den geçmek gerekiyor. Caltagirone, 1693 depreminden sonra Militello Val di Catania, Catania, Modica, Scicli, Palazzolo, Raguse ve özellikle Noto’yla birlikte tamamen yeniden, geç Barok mimari stilinde inşa edilen sekiz Sicilya şehrinden biri. 2005 de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan ve kıyıda muhteşem bir konumu bulunan Syracusa, üç bin senelik Akdeniz medeniyetinin bütün devirlerine şahitlik etmekte. MÖ VIII. yüzılda, Corintia’dan gelen Grek kavimleri tarafından Sirakousai adıyla kurulan şehir adanın başkenti. Ciceron’un “En büyük ve en güzel Yunan şehri” dediği bu asi fakat parlak şehir, döneminde Atina’nın en büyük rakibi olur. Roma kuşatması sırasında keşfettiği parabolik aynalarla işleyen bir savaş aletiyle Roma gemilerini yakarak şehrin üç yıl dayanmasını sağlayan, Syracusa doğumlu Archimed, MÖ. 212’de şehrin Romalılar tarafında alınması esnasında burada ölür.

                             Monreale

Syracusa’nın en önemli eseleri Ortygia Adası’nda bulunmakta. Denize karşı harika görünümüyle Arethusa Çeşme’sinden Atena Tapınağı’nın kalıntıları üzerine inşa edilmiş Barok cepheli katedrale kadar değişik dönemlerin en güzel örneklerini burada görmek mümkün. Adanın haricinde Grek Tiyatrosu, Roma Amfi Tiyatrosu, Kale, Latomia adındaki zindan olarak kullanılan taş ocakları ve Pantalica Necropol’ü gezilebilir. Batı sahilinden kuzeye doğru giden yol bizi adanın birinci limanı ve ikinci şehri olan Catane’ya götürür. Etna Dağı’nın eteğinde bulunan bu şehrin tarihi, birçok defa şehre doğru lavlarını püskürterek 1381 ve 1669’da depremlere yol açarak büyük bir kısmının tahrip olmasına neden olan dağın tutumuna çok bağlıdır. 1693 depreminde de çok zarar gören şehir, gri lav taşlarıyla beyaz kalker kullanılarak, Barok üslubunda yeniden inşa edilmiştir. Birkaç yıldan beri, faaliyetine devam eden dağın lavlarını başka yöne akıtmak için, Catane Volkan Enstitüsü yeni bir sistem geliştirmekte. Şehir merkezinde Duomo Katedrali, şehrin sembolü haline gelen çok orijinal Filli Çeşme, en güzel saraylardan biri olan Palazzo Biscari, birçok kilise ve binalarla süslü Via Crocifieri Caddesi gibi Barok üslubunun güzel örneklerini görebilirsiniz.

                                      Etna

Taormina yolunda, çok özel dondurma ve pastalar tadabileceğiniz Acireale’de bir mola vermeyi unutmamak gerekir. Bu şehir aynı zamanda antik çağlardan beri hamamlarıyla da tanınır.

Körfeze hakim kayalıkların üzerinde konumlanmış, Sicilya’nın incisi olarak da anılan Taormina, muhteşem bahçeleri, villaları, çiçeklerle süslü sokakları, küçük dükkanları, lokanta ve kahve terasları, eski sarayları, şehri plaja bağlayan füniküleri ile küçük bir şehir ve dünyaca tanınan bir turizm merkezidir. Şehrin çekiciliğine kapılmamak mümkün değil. Taormina’nın sembolü körfeze ve Etna Dağı’na karşı konumlanmış Greko-Romen dönemi tiyatrosudur. Bu güzel şehrin eteklerinde, Sicilya’nın MÖ VIII. yüzyılda Grek Kolonileri tarafından kurulan ilk şehri olan Giardini Naxos bulunmakta.

Hala faaliyetine devam eden Avrupa’nın en büyük yanardağı olan ve tepesindeki yılın büyük bir kısmında erimeyen karlarıyla Etna Dağı’nın mavi gökyüzünün üzerindeki eşsiz bir görüntüsünü görmek için bir tur yapmak mümkün. 1800 metreye kadar normal bir araçla çıkıp daha yukarıya devam etmek için bir arazi aracına veya fünikülere binmek gerekiyor.

                      Sforza-d’agro

Şehrin arkalarında, muhteşem bir panaromik yol üzerinden gidilen Savoca ve Forza d’Agro Kasabaları bulunmakta. Francis Ford Coppola’nın çevirdiği “Baba” filminin birçok sahnesi bu kasabalarda çekilmişti. Savoca’daki kapüsen kilisesinde,  XVIII. Yüzyılda bu bölgede yaşamış 37 inananın mumyaları bulunmakta. Tepesindeki Norman şatosuyla taçlanmış Forza d’AgroKasabası‘nda ise Mesina Boğazı‘nın güzel bir panaromasını görmek mümkün. Burada, Francis Ford Coppola gibi sanat dünyasında ünlenen Sicilya orijinli kişileri saymak gerekirse, özellikle Al Pacino, Claudia Cardinale, Robert de Niro, John Travolta, Martin Scorsece, Frank Sinatra, Adamo, Loris Azzaro’dan bahsedebiliriz.

Seyahatimizin bitiş noktası olan Palermo’ya, kuzey kıyılarının tanınmış bir plajı olan küçük ve sempatik bir balıkçı limanına sahip bir orta çağ kasabası, Cefalu’dan geçerek varıyoruz.

Sicilya’yı gezdiğimiz bu bölgelerle sınırlı tutmak yanlış olur. Eolya Takım Adaları Alicudi, Filicudi, Lipari, Panarea, Salina, Stromboli ve Vulcano; bir başka sıra dışı seyahatin konusu olabilir.

 

Leave a Comment