Avrupa

DÜNYANIN EN BÜYÜK ADASI: GRÖNLAND

2006 yazında eşimle İzlanda’ya yaptığımız bir seyahatin sonunda buraya kadar gelmişken bir de Grönland’a gitmek istedik. Grönland’a, İzlanda’nın başkenti Reykjavik’ten kısa turlar düzenleniyor. Uçakla Grönland’ın doğu kıyısındaki ve İzlanda’ya yaklaşık 600 kilometre uzaklıktaki en yakın nokta olan Tasilaq’a, günü birlik veya iki günlük seferler yapılmakta.

                                                                      Grönland

Tur, bir günlük olunca sadece bir yerleşim yeri ve çevresini gezip dönüyorsunuz. İki günlük turda ise, bir buzulun üzerini helikopterle gezmek ve bir doğa yürüyüşü yapma imkânı da doğuşuyor. Fakat sonuçta adanın en ilginç ve en güzel yerleri batı kıyısında bulunduğu için Grönland’a sadece ayak basmak için çok pahalıya mal olan bu geziden vazgeçip, ileride Grönland’ı daha düzgün ve daha kapsamlı bir şekilde gezmek umuduyla İzlanda’dan ayrıldık.

             Grönland-Nanortalik

2008 Temmuz sonu, Ağustos başında bu dileğimiz gerçekleşti: Reykjavik’ten kalkan bir gemiye binip Grönland’a doğru on iki günlük bir deniz yolculuğu yaptık. Bu tür kruvazyerler genelde haziran sonundan Ağustos başına kadar, bu sulara uygun ebat ve dayanıklılıkta bir iki gemi tarafından, senede sadece iki veya en fazla üç defa yapılmakta. Gece hareket eden ‘Princess Danae‘ adlı gemi, İzlanda ve Grönland arasındaki Danimarka Boğazı‘nı kat ettikten sonra, ancak ertesi akşam Grönland’ın günedoğu kıyısına ulaşıp adanın en güney noktası olan Farewell Burnu’ndan geçti. Ve ancak ertesi gün saat 16 civarında ilk durağımız olan Nanortalik’e varabildik.

Açık denizde geçen bu iki günü, tüm yolcuların katılması mecburi olan kurtarma tatbikatından sonra, Grönland ve Kuzey Kutbu üzerine verilen son derece ilginç konferanslara ve diğer aktivitelere katılarak geçirdik. Bu sadece 500 yolcu alabilen gemide servis ve yemekler gayet güzeldi. Hatta Türkçe bilen Bosnalı bir garsonumuz bile vardı. Kahvaltı ve öğlen yemekleri zengin büfeler; akşam yemekleri ise her yolcu için önceden ayrılan masalarda garsonlar tarafından servis edildi. Ve de her yemekte zengin bir menüye eşlik eden sınırsız şarap… Akşam yemeklerinden sonra eğlence başlıyordu; kabare, ‘one man show’, şarkılar, danslar, sihirbazlar, sinema… Açık denizde iken karşılaştığımız kapalı hava ve yüksek dalgalar, Farvel Burnu’nu hemen geçtikten sonra sona erdi. Ardından ilk buz dağları görünmeye başladı.

          Grönland’a yaklaşırken

Grönland’ın tam güneyi adanın tarım merkezini oluşturmakta. Buraları yaz aylarında kır çiçeklerinin renklendirdiği yemyeşil bir tundra’ya dönüşerek harika manzaralar sergilemekte. Ayrıca bu bölgelerde büyük yerleşimler, köyler ve hatta birkaç koyun çiftliği de bulunmakta. Fakat kıyılara yakın olan bu bölgeler iki milyon kilometrekare olan Grönland’ın ancak otuz dört bin kilometrekaresini yani sadece %5’ni oluşmakta. Adanın geri kalanı ise “Inlandsis” adlı ve orta kısmı üç bin metre kalınlığa varan buz tabakasıyla kaplı.

Grönland’ın güneybatı ucundaki küçük bir adada yer alan 1570 nüfuslu Nanortalik’i gezmek üzere botlarla karaya iniyoruz. Grönland’ın kuzeyinde yaşayan ve her sene ilkbaharda koparak doğu kıyısı boyunca güneye doğru sürüklenen bankiz ile buralara gelen kutup ayılarından dolayı “Kutup ayılarının gittikleri yer” anlamına gelen Nanortalik olarak adlandırılan bu bölgede, sayıları gitgide azaldığı için bu ayıları artık eskisi kadar sık görmek mümkün değil. Grönland aynı zamanda bir tür buz boğası olan misk sığırına ve iklimi daha yumuşak olan güney bölgelerinde de çeşitli kuş türlerine ev sahipliği yapmakta.

            Ilulisaat Genel Görünüm

Güler yüzlü Grönland halkı ile ilk olarak Nanortalik sokaklarında karşılaşıyoruz. Şehir ve kasabalarını kayalık ve ağaçsız kıyılarda kuran Grönland halkı doğaya ve hayatlarına renk katmak için evlerini, kiliselerini ve diğer tüm binalarını rengârenk boyamış.

Bu dünyanın farklı topraklarını ve doğal alanlarını gören bir gezgin kendine hemen şu soruyu sorabilir: Bu insanlar nerelerden ve neden buraya geldiler? Bugün nasıl yaşıyorlar? Şu anki bilgilerimiz ışığında bu toprakların yerlisi olarak kabul edilen Inuit halkı, Grönland’a Bering Boğazı‘ndan geçerek, Kuzey Amerika üzerinden gelmiş ve binlerce yıldır burada yaşamakta. Fakat İzlandalı Sagalara göre suç işlediği için İzlanda’dan kovulan Viking Kızıl Erik 982’de bu büyük adayı keşfeder. Keşfini anlatmak için İzlanda’ya döner ve başka sömürgecileri de oraya çekebilmek içinde Gröndland’a “Yeşil Ülke” (Green Land) adını verir. Kızıl Erik’in, kırk kere iklim değişikliği geçiren bu adaya  yerleştiği sıralarda iklim daha sıcaktı. Fakat bölgede yeniden hakim olan soğuk havalardan dolayı, buradaki Viking medeniyeti XIII. yüzyılda tamamen yok olur. Arkalarında sadece birkaç yerleşim izi kalmış. Balık ve hayvan avıyla geçinen yörük halk Inuitler ise mevsimler ve av bölgelerinin değişimine göre yer değiştirerek hayatta kalmayı başarır.

         Disko Körfezi – Siste yolculuk

XVIII. yüzyılda Danimarkalılar Gröndland’ı kolonize ederler ve Inuitler yavaş yavaş yerleşik düzene geçerek batılı tarzda yaşamlarını sürdürür. 1953’de Daninmarka resmi olarak Inuitleri asimile etmek ister fakat 1979’da Grönland’ın koloni statüsü kalkarak politik özerkliği tanınır. Ancak Avrupalı balıkçıları sularında görmek istemeyen halk 1985’de bir referandumla AB’den çekilme kararını onaylar. Bugün, çok sınırlı geliri ama yüksek gideri olan Grönland’ın bütçesinin % 70’ini Danimarka karşılamaktadır. Halen dış işlerinde ve ekonomik olarak Danimarka’ya bağlı olan Grönland’ın petrol arama projeleri bir sonuca ulaştığı takdirde bağımsızlığını tamamen sağlayabilecek.

Birkaç saat dolaşarak keşfettiğimiz Nanortalik’den akşamüstü ayrılıyoruz. Gece son derece yoğun bir sis bastığı için kaptanımız geminin rotasını değiştirmeye karar verip doğrudan kuzey noktamız olan Disko Körfezine yöneliyor. 36 saat sisin içinde ilerliyoruz. Sis kutup dairesinin seviyesine varmadan kalkarak, seyahatin son iki güne kadar yerini güneşli bir havaya bırakıyor. Açık denizdeki bir adacığın yanındaki sanal kutup çizgisini geçerken, herkes üst güverteye çıkıyor ve şampanyalar patlıyor. Oldukça hoş bir kutlama.

O gece, sabaha karşı saat 04:00’de, gemide konferans veren uzmanlardan biri hoparlör ile anons yapıp UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış devasa Disko Körfezi’ne giriş yaptığımızı duyurarak, çevreyle ilgili bilgi vermeye başlıyor. Yataklarımızdan fırlayıp, üzerimize kalınca giysiler giyerek hızla üst güverteye koşuyoruz… Ve karşımıza aniden çıkan muhteşem manzara nefesimizi kesiyor: Masmavi gökyüzünde, bu mevsimde en fazla iki, üç saat ortalıkta görünen güneş doğarken, çarşaf gibi denizden buz dağları fışkırıyor. Bu denizleri avucunun içi gibi bilen Portekizli kaptanımız gemiyi buz dağlarının arasından yavaş yavaş, adeta Göksu’da bir sandal sefasına çıkmış gibi dolaştırarak bu harika görüntüleri sindirmemizi sağlıyor. Tek kelime ile büyüleyici…

Bu buz dağlarının arasında 24 saatte 30 metre ilerleyerek aralarında dünyanın en prodüktif buzulu olan Sermek Kujatdleq’nin da bulunduğu Disko Körfezi’nin çok sayıdaki buzulundan koparak oluşmakta. Buradaki bazı buz dağlarının uzunluğu birkaç kilometreyi bulabiliyor. Denizin içinde, kırılmalarla oluşan ve harekete geçen buz dağları, zamanla parçalanıp eriyerek yok oluyor. Tabii denizin üstünde görünen kısmının sekiz, on kat fazlasının suyun altında olduğunu unutmamak lazım. Tabiatın dev heykeller gibi yontarak oluşturduğu bu doğa harikası buz dağları; mavi, beyaz, turkuaz veya kristal gibi şeffaf renk paletlerine bürünüyor. Disko Koyu‘nun tek yerleşim yeri olan ve olağanüstü konumu sayesinde Grönland’ın en güzel uğrak yeri, Inuit dilinde “buz dağı” anlamına gelen Ilulisaat’a yanaşıp karaya çıkıyoruz.

     Ilulisat,Disco körfezine buzulların            çöküşü

Buradan bir otobüs bizi eski helikopter alanı olan ve bugün bir yürüyüş yolunun başlama noktası görevi gören alana götürüyor. Danimarkalı bir genç kızın rehberliğinde, patikaları izleyerek kıyı şeridine kadar, iki saatlik bir yürüyüş yapıyoruz. Senede sadece üç ay yeşeren yeşilliğe ve kır çiçeklerine zarar vermemek için patikadan çıkmak kesinlikle yasak. Oluşabilecek tehlike nedeniyle küçük, taşlı plajda da yürümek mümkün değil. Rehberimiz, plaja inmenin neden tehlikeli olduğunu “bir kaç sene önce üç kişilik bir ailenin plajda otururken nasıl dalgalara yakalanıp boğulduğunu” anlatarak izah ediyor. Bu sakin denize bakarak böyle bir şeyin nasıl olabildiğini düşünürken, tesadüfen bir anda nedeni karşımızda beliriyor: Tepeden sahile inerken önümüzde muhteşem bir koy ve buz dağları var; bu buz dağlarından kıyıya yaklaşık 300 metre uzaklıkta olan bir tanesi, büyük bir gürültü ile kesilen pasta dilimleri gibi art arda koparak sulara gömülüyor ve sulara çarpan dilimler küçük parçalara ayrılıp denizin üstüne yayılarak büyük dalgaların oluşmasına sebep oluyor. Olağanüstü bir gösteri. Demek ki bu dev dalgalar beklenmedik bir şekilde o aileye tuzak kurmuştu. Birkaç günlük gemi yolculuğunun ardından, dünyanın ucu denilebilecek bir yerde şahit olduğumuz bu doğa olayları, böylesine farklı bir atmosferi solumak, bu kısacık yürüyüşü bizim için unutulmaz kıldı.

Yolculuk, daha güneyde yer alan fakat sis yüzünden gidemediğimiz iki önemli yerleşime doğru devam ediyor. Güneye inerken dikkatimi çeken buzların sürüklenmesi olayına bir kere daha değinmek istiyorum. Yazın, kuzey Grönland’ın doğusundan kopan buz haline dönen deniz yani “bankiz” parçaları ve buzullardan kopan buz dağları, kuzeyden güneye doğru akan akıntı ile sürüklenmekte ve Grönland’ın güney burnundan geçerek bu sefer batı kıyısından yukarı yani kuzeye doğru, eriyene kadar yaklaşık 4 bin kilometre yol kat ederek ilerlemekte. Daha da ilginci, Disko Koyu‘ndan kopan dev buz dağları ise batı kıyısının açıklarından geçen başka bir akıntı ile güneye doğru sürüklenmekte. Gemiden bakıldığında iki aksi akıntıyla ilerleyen bu dev buz parçaları, iki yönde hareketli bir otoyolu andırmakta ve bu müthiş buzlar balesini sıkılmadan seyrediyorsunuz. Bu buz dağları bazen yollarından çıkarak uzaklara sürüklenmekteler. İşte Titanic, 14 Nisan 1912’de ilk seferini yaparken, gece güneye doğru sürüklenen dev bir buz dağına çarparak battı. Bugünkü gemiler hassas radarlarla donatıldığından ve buz dağlarının yollarını belirten detaylı haritalar sayesinde, bu tehlikelerden uzak.

                      Grönland-Nuuk

Ertesi sabah, Grönland’ın en büyük ikinci şehri olan fakat daha çok büyük bir balıkçı köyünü andıran Sissimiut’a varıyoruz. XVIII. yüzyılda Hollandalı balina avcıları tarafından Artik dairesinin 75 kilometre kuzeyinde kurulan Sissimiut, XX. yüzyılda balina endüstrisinin bitmesi ile Grönland’ın en önemli karides avı merkezi oldu. Burada senede 10 bin ton karides işlenmekte. Nüfusun büyük bir kısmı ya tersanede ya da balık ve mavi karides hazırlama ve paketleme fabrikasında çalışıyor. Sissimiut aynı zamanda kızak köpeklerinin de şehri. Burada yaşayan her aile birkaç kızak köpeğine sahip. Ne kadar masum bakışlı olsalar dahi, bu köpekler aynı zamanda çok iyi birer bekçi oldukları için onlara fazla yaklaşmamakta fayda var. Güzel bir yürüyüş yaparak engebeli bir rölyefe sahip Sissimiut’u keşfediyoruz. Renkli limanı ve Danimarka’ya yollanmak üzere hazırlanmış karides ve çeşitli balıklar ilgi çekici. Aralarında en çok dikkatimi çeken de boyu bir buçuk metreyi bulabilen ve siyah noktaları ile bir leoparı andıran kurt balığı adlı iri bir balık çeşidi. Yırtıcı görünüşlü bu balık aslında son derece zararsızmış.

Kiliseyi ve etrafındaki rengarenk binaları gördükten sonra, yerel sanatlar atölyelerini geziyoruz. Yaptıkları en etkileyici objeler, şamanların ve Inuit halkının inançlarında kullanılan ‘tupilak‘lar. Grotesk ve korkutucu bir görünüme sahip tupilakları büyü yapmak ve aynı zamanda bir düşmana felaket hatta ölüm getirmek için kullanıyorlarmış. Tupilaklar ‘narvak‘ adlı bir balık kemiğinden yapılmakta. Fiyatları ise buradaki her şey gibi oldukça yüksek.  Şehirde gezerken 1775’de inşa edilen ‘Bethel‘ veya ‘Mavi Kilise‘ adlı Grönland’ın en eski kilisesini ve M.Ö. 2500’den 500’e kadar yaşayan Grönland’ın ilk halkı Saqqaqların kültürünün sergilendiği müzeyi de ziyaret ediyoruz.

                             Qaqortaq

Öğleden sonra gemi limandan ayrılıp, ertesi sabah Grönland’ın başkenti Nuuk’a varıyor. Nuuk, hiçbir zaman buz tutmayan dünyanın en büyük fiyordlarından biri olan Gothabsfjorden kıyısında yer almakta. İlk defa 985 senesinde Viking Kızıl Erik tarafından kurulan şehir, 1728’de Norveçli misyoner Hans Egede tarafından Godthab (İyi umut) adı altında ikinci kez kurulur. Ancak 1979’da Inuit dilinde yüksek burun anlamına gelen Nuuk adını alır. 14000 kişi, yani ada nüfusunun dörtte biri bu şehirde yaşamakta. Endüstriyel, dinamik ve modern bir görünüme sahip olmasına rağmen şehirde geleneksel değerler oldukça etkili kalmış. İlk önce, 2004’de açılan adanın ve şehrin tarihini anlatan, etnolojiye ve Inuit sanatına adanmış Grönland Ulusal Müzesi‘ni ziyaret ediyoruz. Son derece öğretici olan bu müzede, en çok ilgimizi çeken halen önemli olaylarda giyilen rengarenk boncuklarla süslenmiş geleneksel giysilerin yanı sıra yaşları 600 seneden fazla olan mumyalar.

Yürüyerek etraftaki eski evlerin bulunduğu bir mahalleyi keşfettikten sonra, otobüs ile bir şehir turu yapıyoruz. Burada bir tersane ve adanın tek büyük hastanesi ile bir de üniversite bulunmakta. Eskiden üniversitede okuyabilmek için Danimarka’ya gitmek zorunda kalan gençler, birkaç senedir Nuuk Üniversitesi’nde okuma imkanına kavuşmuş. Burada bir de küçük bir ev büyüklüğünde olan bir Adalet Sarayı var. Ancak hapishane yokmuş. Suç işleyen kimseler, nasıl olsa bir yere kaçamazlar diye serbest bırakılıyormuş. Cinayet gibi ağır suç işleyenler ise Danimarka’da mahkemeye çıkıp orada hapishaneye konuyor. Nuuk’da birçok küçük alış veriş merkezi, restoran ve bar bulunmakta. Burada önemli bir soruna değinmek lazım: Inuit halkı, Batılıların adaya gelmesi ile içki ile tanışmış. Kültürel aktiviteler de sınırlı olduğu için, günümüzde, başta küçük yerleşim yerlerinde olmak üzere, alkol tüketimi büyük bir boyuta ulaşmış. Şehir turu esnasında, Nuuk’luların gurur kaynağı olan ve hakikaten çok ilginç bir mimarye sahip olan kapalı yüzme havuzu da geziliyor. Dalgaların hareketini betimleyen çatısı ile son derece öncü bir mimariye sahip.

                             Qaqortaq

Gemi öğleden sonra, 24 saat sonra ulaşacağımız son uğrak noktamız olan Qaqortoq’a hareket ediyor. 1775’de Norveçliler tarafından verilen Qaqotorq’ın ismi ‘beyaz‘ anlamına gelmekte. Biz beyazdan ziyade daha çok renkli ve çiçekler içinde bir yerleşim gördük. 3000 nüfuslu olan Qaqortoq, tarihi evleri ve yapısı ile Grönland’ın en şirin görünüme sahip şehri. Botlarla limana yanaştıktan sonra, önce pitoresk limanı ve onun ucundaki fok balığı kürkü fabrikasını geziyoruz. Inuitler fok eti tükettikleri için, burada fok avı serbest. Kürklerinden giysi, çanta, eldiven ve halı gibi ürünler yapmaktalar. Bir gelir kaynağı olan bu kürkleri aynı zamanda turistlere satmaya çalışıyorlar. Alan alır, ama kürkünden faydalanmak için kafalarına odunla vurularak vahşice öldürülen bu sevimli hayvanların masum ve korku içindeki bakışları aklıma geldikçe benim alabilmem ve kullanabilmem mümkün değil. Ama Grönland’da fok avı, Inuit geleneklerinin bir parçası: Asırlar önce, XX. yüzyılın başında koyunlar adaya sokulmadan önce, balıktan sonra fok eti onların en önemli besin kaynağı  olmuştu. Fok postlarını da soğuktan korunmak için kullanırlardı. Seyahat boyunca birkaç kez fok balığı eti satan kasaba rastladık. Disko Koyu‘nda ise, bir bankiz parçası üzerinde bir fok avcısına rastladık. Tüfekle öldürdüğü foku parçalamakla meşguldu. Qaqotorq Limanı‘nda birde balina kasabı gördük. Balık teknesinden indirilen balina, halat ile bir tür ambara çekilip, burada iki uzunca tezgâhta parçalara ayrılıyor. Bir tarafta etini, diğer tarafta ise kalın yağ tabakası ile derisini satılmak üzere parçalıyorlar. Görmek için dükkâna girdiğimiz anda, balıkçı-kasap tadına bakmamız için bize yağlı deriden birer küçük parça sundu. Ben teşekkür edip ellerimle yiyemeyeceğimi anlatmaya çalıştım, Fikret ise merakını yenemeyip ağzına bir parça attı fakat öylesine sertmiş ki dişleri kesmedi. Sonrası malum… İçerideki et parçalarını büyük bıçaklarla kesmekte olan dört, beş kişi, rengi dönmüş suratlarımıza bakıp, dostça güldüler. Neyse onları eğlendirmiş olduk. Gördüğümüz balina o sabah gelmiş ve birkaç saat içinde de yerli Inuit halkı tarafından satın alınacaktı.  Gelen her müşteri birkaç kiloluk kaba bir et parçasından ufak bir şey alıyordu.

Buranın fotoğraflarını çektikten sonra, eski şehir meydanına doğru yöneldik. Bu küçük meydanda ülkenin en eski çeşmesi bulunmakta. Küresel ısınmanın bir belirtisini o gün orada yaşadık: Hava o kadar ısındı ki üzerimizde bir tek T-shirt kalmasına rağmen terledik. Meydandaki tek küçük kafede oturup etrafı seyretmek oldukça keyifliydi: Birkaç tarihi ev, bir kilise ve meydanın ortasındaki Grönland’ın en eski çeşmesi; gezmeye gelen mahalle sakinleri, ellerinde dondurma, banklara oturup sohbet ediyorlar, çocuklar ise sıcaktan yarı çıplak soyunmuş, çeşmenin sularıyla oynayıp birbirine su sıçratıyor. Qaqortoq sokaklarında dolaşırken yerli sanatçılar tarafından kayalıkların üzerine oyulan otuza yakın taş kabartmayı keşfettik. “Taş ve insanoğlu” olarak adlandırılan bu kültürel etkinliği başkent Nuuk’da da görmüştük.

       Qaqortoq son durağımız oldu

Seyahatin sonu yaklaşıyor. Akşamüstü tekrar denize açılıyoruz. Bu defa Farewell Burnu’ndan geçmek yerine Grönland’ın en güney ucunda ki Prins Christian Sund Boğazı’ndan geçiyoruz. Bu boğazı 1607’de keşfeden Danimarkalılar, krallarının adını vermişler. 60 kilometre uzunluğundaki boğaza sabahın dördünde ulaşıyoruz. Bir anons bizi üst güverteye davet edip, bu ilginç manzarayı kaçırmamızı sağlıyor. En dar yeri 300 metre olan boğazda, yer yer menderes çizdiği ve küçüklü büyüklü buz dağlarınla karşı karşıya kaldığı için gemi yavaş ilerliyor. Koylara rahatlıkla girebilen 500 yolcu kapasiteli gemimizin çok büyük olmamasının avantajını daha önce de görmüştük, fakat boyutunun faydasını burada tam anlamıyla anlayabildik: Daha büyük bir gemi olsaydı buradan geçemezdi. Güney Amerika‘da bulunan Horn Burnu kadar korkulan Farewell Burnu’na tercih edilen Prins Christian Sund Boğazı’ndan geçmek hava şartlarına da bağlı. Tabi ki sisli havada buradan geçmek mümkün değil. Boğazda gördüğümüz iki yerleşim yeri ise, 1959’da bir geminin burada batmasından sonra kurulan gözlem istasyonu ile bir balıkçı köyüydü.

Zaman zaman akıntı ile sürüklenen bankiz parçalarının üstünde tembel bir şekilde yatan deniz aslanlarını, buzulları, dağların beyaz zirvelerini, şelaleleri ve denizinin rengi ile unutulmaz manzaraları seyrederek geçtiğimiz bu boğazı saat ona doğru terk ederek Grönland maceramızı noktaladık.

Böylece, Boğazdan sonra kırk iki saat daha gemiyle yolculuk yaparak Reykjavik’e ulaştık. Toplam 2840 mil kat ederek ender yapılan bu on üç günlük seyahate katılabildiğimiz için kendimizi şanslı sayıp bundan sonra, aynı tarzda Spitzbergen Adaları ve Antartika’ya yapacağımız yolculukları hayal etmeye başladık.

 

Leave a Comment