“Fransa’nın bahçesi” diye de adlandırılan Loire Vadisi, Fransa krallarının ve derebeylerinin, Orta Çağ ile Rönesans arasında inşa ettirdikleri görkemli şatolarla ve zengin yaşamlarının izleriyle büyük bir tarih kitabı gibidir.
Sancerre’den Nantes’a kadar, Orléans, Blois, Tours ve Angers’den geçerek Loire Nehri ve kolları boyunca seyahat eden bir gezgin, zamanın derinliklerinde unutulmaz bir yolculuk yapacaktır. Yörede, her birinin kendisine özgü özellikleri olan pek çok şato vardır. En çok tanınan ve ziyaret edilenleri, hiç kuşkusuz: bir dönem tarihinin ve sanatının yoğunlaştığı Blois Şatosu; Kral I. François’nın büyük çılgınlığının eseri olan Chambord Şatosu; olağanüstü güzel koleksiyonlarla bezenmiş bir derebeyi Şatosu olan Cheverny; “Hanımlar Şatosu” diye de bilinen Chenonceau; Gotik mimari ile Rönesans’ın etkilerinin birlikte görüldüğü Amboise Şatosu; Fransız tarzı muhteşem bahçeleriyle ünlü Villandry Şatosu ve bir peri masalından çıkmış izlenimi veren Azay le Rideau Şatosu’dur.
Orta Çağ boyunca, Paris’te yerleşik Capetien Hanedanı krallarının tercih ettikleri mekan Orléans şehri olmakla birlikte, Loire Vadisi’nin diğer yörelerinde de iyi örgütlenmiş küçük devletçikler, şatoları ve orduları bulunan güçlü baronlar ve kontlar bulunuyordu. Bunların askerleri, sürekli birbirleriyle mücadele halindeydi. Örneğin Blois kontları, Anjou kontlarının amansız düşmanlarıydı; bir başka hanedan olan Plantagenets’lerden biri ise II. Henri adıyla İngiltere kralı oldu ve İskoçya’nın kuzeyinden Pireneler’e kadar olan topraklarda hüküm sürdü.
Kral Philippe Auguste döneminde Loire bölgesi yeniden Fransa’ya bağlandı, fakat 1337’den 1453’e kadar süren Yüz Yıl Savaşları, İngilizlerin bu topraklara geri gelmesine yol açtı. Bu olayların sonucunda, Kral VII. Charles maiyetiyle birlikte 1427 yılında Chinon Kalesi’ne yerleşti ve böylece Jeanne d’Arc efsanesi başladı.
Capetien Hanedanı’ndan krallar zamanında istilacılara karşı savunmada kalan Loire Vadisi, Valois Hanedanı döneminde, kralların tercih ettikleri ve peşlerinde soylularla bir şatodan diğerine taşındıkları bir bölge oldu. XI. Louis, Langeais ve Plessy les Tours Şatolarını; VIII. Charles, Amboise Şatosu’nu; XII. Louis ise Blois Şatosu’nun bir kanadını yaptırdı. XV. yüzyılın sonlarında, büyük bir gösteriş merakı egemen olur. I. François dönemi, Fransız Rönesansı’dır. Fransız saray ve devlet adamlarının yaşamı bir zevk, zerafet ve kültür okuluna dönüşür.
Güzel sanatlara büyük bir tutkuyla bağlı olan kral, Leonardo da Vinci’yi bu topraklara davet etti. Hayatının son yıllarını Amboise’ın yakınında bulunan Clos Luce’de geçiren üstat, 1519’da orada gömüldü. I. François, Blois Şatosu’nun, merdivenleri İtalyan etkisinin en görkemli örneklerinden birini oluşturan kanadını ve büyük Chambord Şatosu’nu yaptırdı. Soylular ve zengin burjuvalar, Loire Vadisi’ni, Azay le Rideau, Chenonceau, Villandry, Cheverny gibi birbirinden güzel konutlar ve şatolarla donatmak için, krallarla yoğun bir rekabete girdi.
Din savaşlarının getirdiği karanlık dönemden sonra (1560-1598), IV. Henry’nin tahta geçişi, Loire Vadisi’ndeki parlak dönemin sona ermesini simgeler. Loire Nehri, daha o çağda var olan kum birikintilerine karşın büyük yolcu ve ticaret gemilerinin geçişlerine elverişliydi ve bu gemiler şarap, yün, çeşitli kumaşlar, buğday, kömür ve egzotik ülkelerden gelen muhtelif eşyalar taşırdı. Ne var ki XVIII. yüzyılın sonlarında, Fransız ihtilali arifesinde, XIV. yüzyıldan beri merkezi Orleans’da bulunan “Tüccarlar Birliği” yok olur ve ekonomik bir çöküntü dönemi başlar. XIX. yüzyılda ise demir yolunun oluşturduğu rekabet nehir taşımacılığına öldürücü bir darbe indirir.
Yüzyıllar boyunca pek çok ünlü kişi, yazar ve şair, Loire Vadisi topraklarını temsil etti ve övdü. Örneğin I. François’nın uşağı, aynı zamanda saray şairi Clément Marot; Gargantua ve Pantagruel’in yaratıcısı ünlü Rabelais; şairlerin prensi sayılan Ronsard; “Fransız Dilinin Savunulması ve Canlandırılması”nın yazarı Joachim du Bellay (geleneğe göre Loire Vadisi, “Güzel konuşulan ülke” olarak tanınır); gazeteciliğin babası Théophraste Renaudot; ünlü filozof Descartes; “İnsanlık Komedyası” adlı eserinin romansı mekanlarını Loire Vadisi’nden esinlenen Honoré de Balzac ve tüm bunların yanı sıra Charles Peguy, Marcel Roust ve akademisyen Maurice Genevoix gibi bir çokları sayılabilir.
Loire Vadisi aynı zamanda üzüm bağlarının da ülkesidir. Beyaz, kırmızı ve roze şarapları kadar çeşit zenginliği de ünlüdür: Sancerre, Vouvray, Montlouis, Bourgueil, Chinon, Cabernet de Saumur-Champigny gibi şaraplar, beyaz kireç kayalarının (tüf) içine oyulmuş, uzun galerilerin ya da mekanların bulunduğu özel mahzenlerde (kav) yaşlandırılır ve zaman zaman düzenlenen tadım eğlentilerinde (banquets) içilir. Şarap derneklerinin üyeleri, bir zamanlar Rabelais’nin yaptığı gibi, Loire Vadisi’nin şatolardan sonra ikinci büyük zenginliği olan şarapları içerek şarkılar söylemek üzere bir araya gelir.
Paris’e yaklaşık 200 km mesafede bulunan Loire Vadisi’nin kapıları, doğasını ve tarihi şatolarının güzelliğini, sokakları birbirinden güzel eski evlerle bezenmiş kentlerini, gurmeleri hayran bırakacak mutfağı ve şaraplarını, kısacası “Fransa’nın bahçesi”ni görmek ve keşfetmek isteyen ziyaretçilere açıktır.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.