Bamako – Djenne – Mopti – Timbuktu – Dogon Ülkesi
Mali; Djenne’nin muhteşem kerpiç camii ve büyüleyen Dogon bölgesi ve UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne aldığı mitik Timbuktu şehri ve ülkenin ortasından geçen ve bir zamanlar prestijli şehirlere hayat ve zenginlik veren Nijer Nehri sayesinde yüz yıllardır Afrika’nın en önemli ticaret yollarından biridir. Çeşitli manzaralar sunan doğası, değişik etnik halk gruplarının kültür ve gelenekleri, pazar yerleri, kilden yapılmış binalarıyla keşfedilmeyi bekleyen, çok renkli bir sentez…
Eskiden ‘Bilad es-Sudan‘ yani siyahlar ülkesi diye tanınan ve Niger Nehri civarına yerleşen krallıklardan oluşan Mali’nin adı ‘hipopotam’ demektir. Mali İmparatorluğu’nun yükseliş dönemi olan XIII. yüzyılın sonuyla XV. yüzyıl arasındaki dönemde Timbuktu, ticaret yollarının kavşağında, İslam dininin ve kültürünün öğretildiği zengin bir şehir haline gelir. XV. ve XVI. yüzyılda, Atlantik Okyanusu’ndan Çad Gölü’ne kadar uzanan Songhay Devleti, Batı Afrika’nın en güçlü ve aynı zamanda da sonuncu imparatorluğu olur. 1591’den XIX. yüzyılda Fransızlar tarafından koloni haline getirilmesine kadar geçen sürede ise ülke Fas, Tuareg, Bambara ve Pöl’lerin yönetimine girer. XIX. yüzyılın sonlarına kadar surlarla çevrili büyük bir köyken 1920 senesinde Fransız Sudanı’nın ve daha sonra da 22 Eylül 1960’da kurulan Mali Cumhuriyeti’nin başkenti olan Bamako şehri, seyahatimizin başlangıç noktasını oluşturmakta.
Buradan itibaren fotoğraf meraklıları için de çok renkli ve çeşitli konularla karşılaşacakları bir yolculuk başlıyor. Mali’nin, diğer Afrika ülkelerine göre fotoğrafçılar için önemli olan farkı, insanların size herhangi bir zorluk çıkartmaması. En fazla, ara sıra birkaç kuruş bahşiş veya bir hediye beklentisi içinde olan kadın ve çocuklarla karşılaşabilirsiniz, ancak bunu, hiç bir zaman kötü bir zorlayıcı tarzda ifade etmiyorlar. Genelde fotoğraf çekmeden önce izin istemeniz işi kolaylaştırıyor. Seyahate çıkarken yanınıza alacağınız, incik boncuk veya kalem gibi ufak hediyeler sayesinde bir anda Mali’nin en sevilen turisti olabilirsiniz. Şekere dikkat, sıcaktan cebinizde erimeyecek cinslerini tercih etmek lazım. Pazarlardan satın alabileceğiniz kola meyveleri de çok değerli hediyeler olabilir. Kız istemeye gitmek için üç tane kola meyvesi hediye ettiklerini belirtirsek, bu meyvenin değerini anlayabilirsiniz. Bir de bu yolculuğa götüreceğiniz fotoğraf malzemenizi çok tozlu olan bölgeleri düşünerek hazırlamanızı tavsiye ederim.
Bamako’nun görülecek en renkli ve enteresan yerlerinin başında, sonsuz sayıda balık, meyve, sebze gibi günlük yiyeceklerin satıldığı tezgahların yanı sıra, şaşırtıcı büyüklükteki kullanılmış elbise yığınlarının sergilendiği eskicileri ve kurutulmuş hayvan kafası, hayvan kemiği, boynuzu, tüyü, yılan derisi, çeşitli otlar gibi ülkede çok yaygın olan geleneksel tıbbın, daha doğrusu büyücülüğün kullandığı malzemelerin satıldığı Medinakura Pazarı; Koloni mahalleler ve Milli Müze gelmekte. Kuluba Başkanlık Sarayı’nın bulunduğu “Hükümet Tepesi”nin karşısında bulunan ve ülke insanlarının “G” noktası diye adlandırdıkları tepenin üzerinde ise, her sene ekim ayında, Batı Afrika’nın en ünlü büyücülerini bir araya getiren, büyücüler kongresi, esnasında davetli büyücülerin misafir edildiği bina kompleksini görmek mümkün. Bu toplantıya katılan büyücüler, bir hafta boyunca her gün, alametleri olan hayvanlarıyla birlikte, şehir stadında çeşitli gösteriler yaparak, seyretmeye gelen halka becerilerini sergilemekte. Her ne kadar Mali halkının büyük çoğunluğu Müslüman olsa da, ülkede güçlü bir animist geleneği izlemek mümkün.
Doğudan batıya 1800, kuzeyden güneye ise 1500 kilometreyle, Sahra’dan tropik ormanlara doğru uzanan ve Batı Afrika’nın en büyük ülkesi olan Mali’yi keşfetmek için Bamako’dan Djenne’ye doğru hareket ediyoruz. Seyahat için en iyi mevsim kuru havaların hakim olduğu ekim ayından mart ayın kadar olan süre. Yalnız, ocak ayından itibaren esmeye başlayan, kuru sahra rüzgarı Harmattan döneminde fotoğraf makinesi ve objektiflerini çok dikkatli korumak gerekiyor. Fakat zaman zaman rüzgarın oluşturduğu kum perdesinin ardında çok ilginç görüntüler yakalamak da mümkün.
Bamako’dan Djenne’ye kadar yedi saatlik bir yolumuz var. Mali’de ülkeyi boydan boya geçen bu asfalt yolun haricinde arazi aracı olmadan bir yere varabilmek pek mümkün değil. Bu nedenle tüm seyahati dört çekerlerle yapmak tek çözüm. Djenne’ye ulaşabilmek için ana yolu terk ederek, Bani Nehri’ni ferry-boat ile geçmek gerekiyor. Bu kısa geçişin başladığı iskele Djenne’nin tek giriş-çıkışı olduğundan genelde ve özellikle meşhur Djenne pazarının kurulduğu pazartesi günleri çok hareketli. Tamamı kerpiçten inşa edilmiş olan şehir, pazarın kurulduğu günler olağan üstü bir renk ve kokular cümbüşü oluşturmakta. Altın çağında Timbuktu’nun kardeş şehri olan Djenne, bu meşhur pazarın dışında, dünyanın kerpiçten yapılmış en büyük binası olan Ulu Cami’i ile de tanınmakta. XIII. yüzyılda, Djenne’nin İslam dinini kabul eden ilk kralı olan Koy Kombora tarafından inşa ettirilen camii, 1818’de Djenne’nin ihtişamını kıskanan ve daha tutucu bir İslam anlayışına inanarak başkenti Hamdallahi şehrine taşıyan Kral Ahmadu tarafından yıktırılmış fakat 1909’da eski mimarisine sadık kalınarak yeniden inşa edilmiş. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alan camiyi olduğu gibi koruyabilmek için, şehir halkı, her sene yağmur mevsiminden sonra kerpiçle yeniden sıvamakta.
Bu kerpiç camilerinin en çekici tarafı, kum şatolarına benzeyen dış görünümleri.
Pazartesi günü yolunuz Djenne’ye düşmüyorsa, cuma günü de camide toplanan halkı görüntülemek bir alternatif olabilir. Yalnız unutmamak gerekir ki, Mali’de kadınlar camiye hiç giremedikleri gibi, yabancı erkekler de Müslüman olduklarını Kuran’ın en azından bir kısmını ezbere okuyarak ispatlamazlarsa, binayı sadece dışarıdan seyretmekle yetinmek zorundalar. Camilerin etrafındaki açık hava okullarında Kuran’ı, büyük bir süratle ezbere okumayı öğrenen çocuklara Müslüman olduğunuzu söylerseniz, sizi test etmekten büyük keyif aldıklarını göreceksiniz.
130 km. daha doğuda bulunan, koloni döneminde Djenne’nin yerini alarak bir ticaret merkezi olarak gelişmiş olan Mopti şehri bulunmakta. Niger ve Bani Nehirlerinin birleştikleri noktada bulunan bu şehir, Bozoların balıklarını, Bambara ve Songoilerin tarım ürünlerini, Tukulör ve Pöllerin hayvanlarını, falezlerinden inerek gelen Dogonların hayvan yemi olarak kullandıkları yoncaları, nehirden gemileriyle gelen Tuareglerin kuzeyden çıkarttıkları tuz bloklarını getirerek sattıkları büyük ve devamlı bir pazar oluşturmuş.
Guine’de doğan Niger Nehri, 1400 km. boyunca Mali’yi geçer ve toplamda 4200 km. kat ederek denize ulaşır. Bu nehir Mali için ciddi bir hayat kaynağı oluşturur. Mopti’de ‘pinas’ adını verdikleri büyük, motorlu kayıklarla bir kaç saatlik bir tur yapıldığında, gerek nehrin üzerinde görülen yamalı yelkenli gemilerle her türlü insan ve malın ulaşımı ve nehrin kıyılarındaki hareketlilik inanılmaz. Ayrıca Mopti’nin içinde, bütün bir şehrin, nehirde çamaşırlarını yıkadığını görmek olağanüstü.
Buradan Timbuktu’ya gidebilmek için üç yol var: Birincisi pinaslarla Niger Nehri boyunca, Tuaregler gibi gündüzleri yol alıp geceleri kıyılarda kamp kurarak, üç günde Timbuktu’ya ulaşmak; ikincisi arazi araçlarıyla çöl pistinden geçmek; üçüncüsü ise en kolayı, uçakla gitmek. Biz dönüşte çöl pistinden geçeceğimiz için uçağı tercih ediyoruz.
Timbuktu havaalanında ülke değiştirmiş gibi pasaport kontrolünden geçince bu efsanevi şehrin mevcudiyetini daha iyi idrak ediyor ve çölün kapısından bambaşka bir dünyaya geldiğimizi anlıyoruz. Bu muhteşem şehir XV. ve XVI. yüzyıllarda altın çağını yaşamış, terk edilmeden önce camileri, medreseleri ve büyük kütüphanesiyle ünlenmiş, kuzeyden gelen tuz (Azalay) ve kumaş kervanları ile güneyden gelen altın ve esirler sayesinde zengin bir ticaret merkezi haline gelmiş. Bu vaha-şehrini çölleştiren kum, nehir üzerindeki limanın, bugün merkezden on iki kilometre uzaklaşmasına neden olmuş. UNESCO tarafından korunup tamir edilseler de, camiler, Ahmet Baba Kütüphanesi ve kaşiflerin evleri, çölün ilerlemesiyle tehdit altında kalmaya devam etmekteler. Timbuktu’da çölün ilerlemesini çok açık bir şekilde görmek mümkün.
Timbuktu, çölde deve sırtında bir gezinti yaparak, Sahara’nın en eski göçer kabilelerinden, çölün hakimleri diye anılan mavi ve esrarengiz adamlar Tuareg’lerle karşılaşmak için bir çıkış noktası. Bu insanlar Berberice ve Tamaşek dillerinde konuşuyor. Kadınları siyah çarşaflar altında, çadırlarında gözlerden uzak, ev işleriyle uğraşıyor. Tuaregler, geçmiş dönemlerde transsaharien yolları kontrolleri altında tutarak, kendi eski inançlarına göre yorumladıkları İslam dininin bu bölgelerde yayılmasında önemli rol oynamışlar.
Çölü evleri kadar rahat kullanan Tuaregler mart ayından ekim ayına kadar, otuz-kırk hayvanlık deve kervanlarıyla, Timbuktu’dan 800 km. kuzeydeki, tuz madenlerinin bulunduğu Taoudeni’ye gitmekteler. Her bir yönde yirmi gün süren bu seyahatin sonucunda, deve başına otuzar kiloluk dört tuz plakası getirerek, nehir yoluyla Moptiye ulaştırmakta ve satıp karşılığında ihtiyaçları olan diğer malzemeleri almaktalar. Bu tuz kervanlarını, Tamaşek dilinde ‘sıla hasreti‘ demek olan Azalay adıyla anmakta ve Timbuktu’ya her dönüşte bir bayram şöleni düzenlemekteler. Çölde turistik bir gezinti birkaç saat sürebileceği gibi, Tuareg çadırlarında gece kamp yapmayı gerektirecek birkaç günlük bir sürece de yayılabilir.
Timbuktu’dan doğudaki Dogon Ülkesine gidebilmek için Niger Nehri’ni motorlu sallarla geçerek, asfalt yola kadar iki yüz kilometre sürecek çöl pistini arazi araçlarıyla geçmek gerekmekte. Yolun sonunda, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne dahil ettiği etkileyici Bandiagara falezine varıyoruz. 14. yüzyılda, İslam dininden kaçarak, Mali’nin batısındaki Mande’den gelen Dogon’ar falezlerin dip kısımlarına yerleşmiş ve Dogon Cosmologisi adıyla tanınan geleneksel inançlarını günümüze kadar korumuşlar. Bu bölgede kendilerinden önce yaşayan ve bilinmeyen bir nedenle tarih sahnesinden silinen Telemlerin kültürünü de özümlemişler. Evlerini falezin yüksek ve erişilmesi zor kısımlarına yaptıkları için Telem’lerin uçan insanlar oldukları yönündeki inanış bugün bile ülkede yaygındır. Yine bu inanışa göre Telemlerin evlerinin dibine yerleşen Dogonlar bütün gece tahıl döverek gürültü çıkardıklarından, Telemleri rahatsız etmişler ve bölgeyi terk etmelerine neden olmuşlardır. Bazıları falezlerin yamaçlarında olan Dogon köylerini gezerken, bu kabilelerin mimarileri, sanatları ve gelenekleriyle ilgili birçok bilgi edinmek mümkün.
Evlerinin yanında mutlaka, büyüklükleri ailenin zenginliğiyle orantılı olan kil ve samandan yapılmış yiyecek depoları bulunmakta. Yazın topladıkları hayvan yemlerini ve öğüttükleri yiyecekleri, kış ayları için buralarda saklamaktalar. Dogonların büyük bir çoğunluğu bugün Müslümanlığı kabul etmiş ancak yinede animist geleneklerine bağlılıkları sürüyor. Bu geleneklerin en önemlilerinden biri de maske dansları. Birçok köyden şefleriyle birlikte gelerek toplanan köylü erkekler, çeşitli hayvanları temsil eden maskelerini takarak, çok hareketli ve de renkli bir dansla bereketi aramaktalar. Dogonlarda ağaç oyma sanatı çok gelişmiş. Köylerde, ağaçtan yapılmış çok güzel ve naif masklar, kapı ve totemler görmek mümkün. Evrenin doğuşunu temsil eden ve her 60 yılda bir tekrarlanan, Dogonların en büyük şöleni Sigui esnasında, gelenekleri gereği bu maske dansını her köyde tekrarlamaktalar.
Her Dogon köyünün meydanında ‘Toguna‘ adını verdikleri ahşap bir köy meclisi binası bulunmakta ve sadece köyün itibarlı erkeklerinin toplanarak yerel meseleleri görüştükleri bu binalar son derece alçak yapılmış. İçlerinde ayakta durabilmek pek olanaklı değil. Nedeni ise son derece ilginç; sayın meclis üyeleri toplantı esnasında çok kızarak birbirlerine vurmak için ayağa kalkmaya yeltenirse, kafalarını tavana vurup kendilerine gelsinler diye bu şekilde tasarlanmış. Dogon ülkesinde pazar yerleri genellikle öğleden sonraları hareketleniyor.
Her gün mutlaka bir köyde pazar kurarak gerek günlük ihtiyaçlarını karşılıyor gerekse mallarını satıyorlar. Bu pazarların renk ve hareket cümbüşü; mutlaka görülmesi gerekli olan apayrı bir güzellik.
Mali’de bazen kırmızıya çalan toprak sarısının farklı tonları, görülen manzaralarda genellikle hakim olan renkler. Bu renklerin üzerinde kontrast yaratan insanların siyah derileri ve rengarenk elbiseleriyle çok değişik ve çeşitli saç modelleri olağan üstü bir görüntü ziyafeti sunmakta. Tabi ki fotoğraf meraklıları içinde sonsuz bir konu bolluğu bulunuyor.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.