Turizm alanında henüz pek tanınmayan Burkina Faso; Mali, Niger, Benin,Togo, Ghana ve Fil Dişi Sahili ile kuşatılmış ve denize çıkışı olmayan, küçük bir ülkedir. Burkina Faso günümüzde, Batı Afrika birliğini oluşturan on altı devletten bir kaç tanesi ile beraber bir seyyahın düşlediği gerçek Afrika’yı en iyi yansıtan destinasyonlardan birini oluşturmakta. Dünyanın en fakir insan topluluklarından birine ev sahipliği yapan bu güler yüzlü ülke; etnik çeşitliği, gelenekleri, sanat değerleri ve çok sayıda kültürel ve artistik etkinlikleri ile tanınıyor.
Bir Mali seyahatiyle birleştirdiğimiz Burkina Faso’ya, kuzeybatısında bulunan inanılmaz güzellikteki Dogon bölgesinden geçerek, Thiou’dan giriş yaptık. Sınırdaki vize ve diğer formaliteleri, dünyanın bu bölgeleri için makul kabul edilebilecek bir süreçte tamamlayarak, seyahatimizin vazgeçilmez modern develeri olan dört çeker arazi araçlarımızla, stabilize bir yoldan ilerledik ve ülkenin dördüncü büyük şehri ve Yatenga Krallığı’nın başkenti olan Ouahigouya’ya vardık. Burada, ülkenin tarihini ve burada yaşayan 60 civarındaki etnik grubu daha iyi anlayabilmek için bir parantez açmak gerekli. XI. ve XIV. yüzyılların arasında doğudan gelen ‘Mossi‘ler, yerel halk ile birleşerek Tenkodogo, Ouagadougou, Yatenga ve Gourma adlı dört değişik krallık kurmuşlar. Kuzeyde bulunan ve en güçlü krallıklardan biri olan Yatengalar güçlü Songhay İmparatorluğu’nun İslâmlaştırma teşebbüslerine karşı uzun süre direnmek zorunda kalmışlar. Bu topluluğun ‘Naba‘ unvanını taşıyan kralları aynı zamanda da kutsal birer şahsiyettiler. Günümüzde, bu yerel hükümdarlar hâlâ varlıklarını ve saygınlıklarını sürdürüyor. Burkina Faso’nun diğer bölgelerindeki yerel topluluklar ise, birkaç tanesinden söz etmek gerekirse; Gurmantche, Gurunsi, Bwa, Senoufo, Gan veya Lobiler gibi başka kavimlerle karışarak kendi tarihlerini oluşturmuşlar.
XV. yüzyılda batıdan gelen Dioulalar ise, Boboların daha önce yaşadıkları topraklara yerleşerek Bobo-Dioulasso’yu kurarlar. Ülkede İslam dininin yaygınlaşması XIX. yüzyılda Tuaregler, Pöller, Songhaylar ve Djermalar ülkenin kuzeyi ve doğusunda yerleşmeleriyle başlar.
1896 Fransızlar tarafından işgal edilerek Yukarı Volta adı altında bir Fransız sömürgesine dönüşen ülke, 1960’da bağımsızlığına kavuşur. 1984’de ise ‘Dürüst insanların ülkesi‘ anlamına gelen ‘Burkina Faso‘ adını alır. Mali’de olduğu gibi buranın da resmi dili Fransızca. Neredeyse ülkedeki etnik grup sayısı kadar dil sayısı bulunduğunu düşünürsek, insanların Fransızca sayesinde birbiriyle anlaştığını söylemek abartı olmayacaktır.
Burkina seyahatimizin başında güzel bir sürprizle karşılaştık. Ouahigouya’dan geçtiğimiz esnada, yerel parlamentonun açılışı için düzenlenen büyük bir şenliğin başlamakta olduğunu gördük ve yolumuza bir müddet ara vererek, geleneksel kostümleri içinde dans eden köylüleri ve en az onlar kadar ilginç olan, süslü giysiler içindeki seçkin davetliler topluluğunu izledik. Bu çok renkli ve hareketli moladan sonra, artık yolumuza asfalttan yani yerel dilde dendiği gibi ‘zift‘ üstünde devam ederek Ouagadougou’ya vardık.
Ertesi sabah, Başkent Ouagadougou gezisini seyahatin sonuna bırakarak, Bobo Dioulasso yönünde tekrar zifte çıktık. Bu yarım günlük yolculuk esnasında, karşılaştığımız renkli pazarları ve yoğun bir faaliyet içinde olan köylüleri görebilmek için birkaç kez mola vermek gerekiyor. Adı ‘Dioulaların ve Boboların evi‘ anlamına gelen Yukarı Volta’nın eski başkenti Bobo Dioulasso, 1930’larda, Fransız sömürgeciler tarafından demiryolu ile Fil Dişi’nin başkenti olan Abidjan’a bağlanmış. Günümüzde ülkenin ikinci büyük şehri olan Bobo Dioulasso, müziğin başkenti olarak da tanınmakta. Bu şehirde mutlaka Bobo’lu müzisyenlerin, balafon, kora ve cembe gibi lokal enstrümanlarla geleneksel Afrika müziği ve jazz çaldıkları bir konsere gitmek gerekir.
Bobo Dioulasso oldukça yeşil ve gölgeli caddelere sahip bir şehir. Büyük meydanlarının ortasında altın sarısı heykeller yükselmekte. Bu heykeller uluslara, kadınlara, köylülere, futbola ve hatta dostluğa (Kaddafi ile Çumhurbaşkanı Blaise Compaoré’nin dostluğunu simgeleyen bir heykel bulunuyor) ithaf edilmiş. Şehrin geri kalanıyla büyük bir kontrast ve fakirlik sergileyen en eski yerleşim alanı Sya’da kerpiçten yapılmış camii ve hâla ayakta duran, şehrin atası Sya’lı Bobo’nun konakladığı ‘konsasso‘ adlı evi görmek mümkün. Mahalle, büyük bir yoksulluk içinde yaşayan animist, Müslüman ve Hıristiyanlar arasında bölünmüş. Fakat Burkina Faso’da da, aynı Mali’de ki gibi, farklı din ve inanca sahip insanlar bir arada barış içinde yaşamaktalar. Mahallenin içinden geçen ve halkın yıkanmak, bulaşık ve çamaşır yıkamak, hayvanlarına su içirmek için geldiği yarı kurumuş bir akarsu, apokaliptik bir görüntü sergilemekte. Bu mahalleyi gezebilmek için insanın sinirlerinin sağlam olması gerekir. Burada görülen yoksulluğu kolay kolay hazmedebilmek pek mümkün değil.
Bobo’dan yaklaşık bir saatlik mesafede, kamış tarlalarıyla süslü yeşil bir tablonun ortasındaki Banfora kasabasına vardık. Senoufo bölgesinin ilginç yerlerini gezebilmek için ideal bir hareket noktası. Tarım ile uğraşan Senoufo halkı Mali, Burkina ve Fil Dişi Kıyısı’nın sınır bölgelerinde yaşamakta. Sabahın erken saatlerinde, piroglarla giderek Tengrela Gölü’nün kıyılarında hipopotamları görebilmek mümkün. Bu dev hayvanlar gündüzleri gölün derin sularının serinliğinden faydalanabilmek için kıyılardan uzaklaşıyor. Buradan, Banfora falezinden akan küçük şelalelerin erozyon yaratarak oyduğu Fabedougou jeolojik oluşumlarına ulaşılabilir. Fakat daha etkileyici olduklarını söylenen Sindou’nun sivri kayalıklarını görebilmek için yağmur mevsiminin ardından Camel Trophy’nin yapıldığı bir güzergâhı anımsatan ve kenarlarında dev karınca yuvalarının bulunduğu 50 kilometrelik engebeli bir pistten gitmek zorunda kaldık…
Bir sonraki etap bizi doğu’ya doğru, Lobi bölgesinin kalbinde bulunan Gaoua’ya götürüyor. Geleneklerin hâlâ güçlü olduğu bu bölge gizemini korumakta. Aralarında Ghana kökenli Ganlar ve Lobilerin de bulunduğu yedi etnik grup, XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren daha bereketli topraklar aramak için art arda Mouhoun Irmağı’nı geçer.
Eski adı ‘Siyah Volta‘ olan Mouhoun Irmağı, kısmen Burkina ile Ghana arasındaki sınırı çizmekte. Bu bölgeye yerleşen Lobiler, her türlü dini etkiyi kabul etmeden animist kültürlerini günümüze kadar koruyabilmişler. Artık tarım ve avcılıkla uğraşan eski şavaşçı Lobiler, istilacılara karşı hep direnmişler. Bu bölgede hâlâ ok ve yay ile gezinen avcıların olduğu söylenmekte fakat onları görmek oldukça zor. Çünkü bir yabancıyı fark ettikleri anda ormanın derinliklerinde kayboluveriyorlar. Lobiler tarım bölgelerine dağılmış bir şekilde, Lobi savaş geleneklerinin özelliğini taşıyan müstahkem büyük kerpiç evlerde yaşamaktalar. Bu nedenle bölgede büyük köyler yerine, birbirinden bağımsız çiftlik evler bulunuyor. Bu çiftlikler, bir avlu etrafında yapılmış depo ve birçok oturma grubundan oluşmakta. Pencereleri olmadığından çok karanlık fakat serin olan evlerin içine dar ve alçak bir tek kapı ile girilebilip, merdiven biçimi verilmiş bir kütük vasıtasıyla da günlük hayatta çok kullanılan düz çatısına çıkılabilmekte. Bu yapılar Çatalhöyük evlerinin mimarisiyle büyük bir benzerlik göstermektedir.
Bir Lobi ‘evi‘ aile reisinin eşleri, küçük çocukları, erkek kardeşlerinin aileleri ve oğullarının ailesinden oluşmakta. Her eş bir odaya ve yemek hazırlamak için bir ocağa sahip. Bir kadının mutfağındaki üst üste yığılmış ‘canari‘ adlı vernikli çömleklerinin sayısı toplumda ve ailede onun yerini simgelemekte. Evlerin önünde ki avluda, atalarının mezarları ve totemler bulunmakta. Her bölgede bir kaç büyücü yaşıyor ve bunlar doktorluk görevini de üstleniyorlar. Lobi bölgesinde bol altın madeni var ve altın arayıcılığını sadece kadınlar üstleniyor.
Hâlâ tartışmalara konu olan taş yapılardan oluşan (esirlerin toplama yeri veya altın kaçakçıların ambarları) Loropeni harabelerini geçtikten sonra, Obire’den bir pist, bizi başka bir animist etnik grup olan Ganların saman çatılı yuvarlak evlerine götürüyor. Ganlar Lobilerden farklı olarak bu köyde yaşayan bir kralın hükümdarlığını tanımakta. Biz de onu ziyaret ediyoruz. Kral, Afrika köylerinde bir sohbet ve toplantı yeri olan ‘palabra ağacı‘nın altında sorularımıza cevap vermek üzere bizi kabul ediyor. Ganlar ilk defa, eğitimli olduğu ve okuma yazma bildiği için, eski kralın yerine, 45 yaşının altında olan bu genci kral olarak seçmişler. O da başkentteki memurluk görevinden istifa ederek, bu köye kral olarak gelmiş. Bizi ağarlarken, üç küçük çocuğu yanında uslu uslu oturuyordu. Aslında kralın çocuklarının sayısı bundan çok daha fazla. Yeni kral, geleneklere göre ölen kralın karılarının yeni kocası ve dolayısıyla da onların çocuklarının da yeni babası oluyor.
Görüşmenin sonunda beraber resim çektiriyoruz ve kral bize kartvizitini veriyor. Üstünde kötü baskılı bir resminin olduğu bir saman kağıttan oluşan kartta şöyle yazıyor: “Majesteleri 29. Gan Kralı – Obire Dept. Loropeni, BP 62 Gaoua, Burkina Faso. Cell: 76 04 28 87”. Yani artık krala istediğimiz zaman cep telefonundan ulaşabiliriz. Arazi aracımız ile şeker kamışları arasında, engebeli darıcık bir toprak yoldan geçerek, Gan kral ve kraliçelerin kutsal mahalline gidiyoruz. Ganlar da bir kral öldüğü zaman saklı bir yerde gömülüyor. Bu nedenle, ortada hükümdarların mezarları yok, sadece her biri için çamurdan yapılmış naif heykellerini barındıran bir kulübe bulunmakta. Krallardan biri halka kötü davrandı diye, ölümünden sonra kızgın güneşin altında acı çeksin diye kulübesine çatı yapmamışlar.
Ertesi gün uzun bir etap bizi bekliyor. Toprak bir yolda, Ghana sınırının öteki tarafına kadar uzanan ve Kasena bölgesinin kapısı olan Pô istikametine doğru yöneldik. Yorucu bir yolun sonunda Kasena köylerinin güzelliği katlandığımız zahmete değdi. Gurunsi etnik grubunun bir parçası olan Kasenalar, çok akılcı bir koruma mimarisiyle inşa ettikleri konutları sayesinde istilacılara karşı direnebilmiş. Kasena toplumu, yetkisini köy ihtiyarlar heyetiyle paylaşan bir şef tarafından yönetilmekte. Şef, bir karar alabilmek için önce köyün bilgeleri ve büyücüsüne danışmak ve onayını almak mecburiyetinde.
Pô’nun yaklaşık 30 km doğusunda bulunan büyük Tiebele köyünde ‘chefferie‘ yani reisin yaşadığı yere gidiyoruz. Afrika köylerinde bir ev topluluğu olan bir ‘concession‘ da ailesi ile birlikte oturan şef, giriş’te bulanan ‘pourrou‘nun sayesinde ayırt edilebiliyor. ‘Pourrou‘ concessionun içinde doğan çocukların plasentalarının gömüldüğü kutsal bir höyüktür. Tiebele’deki ‘pourrou’nun inanılmaz büyüklükteki boyu Kasena bölgesinin en önemli ‘chefferie‘si olduğunu kanıtlıyor. Onun yanında, totem nitelikli kutsal taşlar ve bir de tanrıların evininin yanındaki kutsal incir ağacı toplumun önemli sembollerini teşkil ediyor. Bir ‘concession‘un içi labirent gibi. Hepsi bir arada bulunan teraslı evlerin çoğu birbirine yapışık. Üç tip ev var: Yuvarlak kulübeler bekâr erkler için; konik çatılı dikdörtgen kulübeler çiftler için; sekiz biçimindeki kulübelere ise yaşlı çiftler ve küçük çocuklar için. Bir büyükannenin görevi, küçük yaştaki torunlarına Kasena adetleri, töreleri ve atalarına ait geleneklerini öğretmek.
Evdeki yaşam birkaç küçük ve karanlık odayla sınırlı. Aile reisinin eşleri odalarına gidebilmek için daracık boşluklar ve dumanlı koridorlardan geçmek zorunda. Fakat Kasena evlerinin en büyük özelliği dış duvar dekorasyonları. Günlük hayatın önemli unsurlarını betimleyen resimler ve geometrik desenleri geleneğe göre sadece kadınlar yapmakta. Resimlerin haricinde, duvarlarda Tiebele şef ailesinin simgesi olan kaplumbağa gibi totemler yer almakta. Kadınlar, bu resimleri yapmak için hem doğal pigmentler içeren geleneksel boyalar hem de zift içeren, teknik olarak daha yeni renklendiriciler kullanmaktalar.
Yolumuza bu seyahatin son etabı olan Ouagadougou’ya doğru devam ediyoruz. Kilometrelerce neredeyse boş olan yollarda gittikten sonra başkentin yoğun trafiği bizi çok şaşırttı. Sık sık arabaların altında kalarak kaza yaptıkları için ciddi bir tehlike kaynağı olan inanılmaz büyük miktardaki bisiklet ve motosikletler, Ouagadougou’ya “İki tekerleğin başkenti” adını kazandırmış.
Başkente gelişimiz Ouagadougou Uluslararası El Sanatları Fuarı SIAO ile çakıştı. Bronzlar, kumaşlar, deri eşyaları, maskeler, çömlekler, mücevherler ve hatta antikaların sergilendiği ve satıldığı SIAO’da, Afrika kıtasının en maharetli sanatçılarını görmek mümkün. SIAO’nun dışında Ouagadougou, Afrika Sineması Festivali, Uluslararası Jazz Festivali, Afrika Geleneksel Tıp Fuarı (SIRENA) gibi Batı Afrika’nın en önemli etkinliklerine ev sahipliği yapıyor… Kısacası Ouagadougou son derece faal, gece gündüz hareketli bir şehir ve herkesin bu misafirperver ülkenin tüm zenginliklerinden faydalanabilmesi için kaçınılmaz bir geçiş noktası.
Leave a Comment
You must be logged in to post a comment.