Afrika

OLAĞANÜSTÜ, ÇEKİCİ VE EGZOTİK: BORNEO

Dünyanın en büyük birinci, ikinci ve dördüncü adaları olan Grönland,  Yeni Gine ve Madagaskar’ı gezdikten sonra, arada atladığımız en büyük üçüncü ada olan Borneo’yu keşfetmek için sıra dışı bir seyahate çıktık. Benim için Borneo ismi, adadaki yaşamı çok açık olarak belirtmekte: Burası, yerli kabilelerinin yanı sıra Çin, Hint ve Malay etnik karışımının yaşadığı, eşsiz flora ve faunası ile olağanüstü çekici ve egzotik bir destinasyon. Amazon bölgesinden sonra en büyük ikinci yağmur ormanlarına ev sahipliği yapan Borneo; Malezya, Endonezya ve Brunei Sultanlığı arasında bölünmüş.

Yağmurun bol olduğu ekvator bölgesinde olduğu için, Malezya’ya ait Sarawak ve Sabah eyaletlerindeki yağmur ormanlarının derinliklerini ve Brunei Sultanlığı’nı keşfe, nispeten daha az yağış gören mayıs ayında çıkmanın uygun olacağını düşündük. I. yüzyıldan itibaren Borneo’ya uğrayan Hintli ve Çinli tüccarlar, Hinduizm’i ve Budizm’i de beraberinde getirerek, V. yüzyılda adanın batısına yerleşmeye başlamış. Sumatra’da hükmeden Hindu-Budist Srivijaya Krallığı, Malezya’ya kadar yayılmış. XV. yüzyılda İslam dini, Melaka’nın resmi devlet dini olmuş ve Malezyalılar Borneo’ya da yayılmaya başlamış.

Avrupalılar Borneo’yu XV. yüzyılın sonlarında keşfetmiş. Portekizliler baharat ticaretini kontrol altında tutmak için Melaka’yı fethedince, Brunei, Melaka’nın yerini alarak Güneydoğu Asya’nın en güçlü ve en önemli İslam krallığı haline gelmiş. Bu dönemde, Portekizliler ve daha sonra da İspanyollar ticaret amacıyla Borneo’ya gidip gelirler. XVII. yüzyılda Doğu Hindistan şirketi ile İngilizler ve daha sonra Hollandalılar adaya ayak basar. 1824’te imzalanan antlaşma ile ada iki etki alanı oluşur ve 1949’da Endonezya’ya katılan Kalimantan, Hollanda yönetimine bırakılır. İç kavgalar, ayaklanmalar ve korsanlıktan dolayı zayıflayan Brunei Krallığı ise 1984’te bağımsızlığını ilan edene kadar İngiliz himayesine girer. Kuzey Borneo yani Sabah ve 1841’den beri Beyaz Racalar’ın egemenliği altında olan Sarawak, İngiliz sömürgesi olur. İngiltere, Borneo topraklarını Malay Yarımadası (Malaya) ile birleştirmeyi önerir. 1963’te Sarawak, Sabah, Malay Yarımadası ve Singapur bağımsızlık anlamına gelen ‘merdeka‘larını elde ederler. Petrol rezervlerinden elde ettiği gelirlerin elden gitmesinden çekinen Brunei birliğe girmez, Singapur ise iki yıl sonra birlikten çekilir.

Malezya’nın en büyük eyaleti Sarawak’ın başkenti olan Kuching, Borneo’ya varış noktamızı oluşturdu. Burada Ekvator çizgisine çok yakınız; dolayısıyla hava sıcak ve nemli. Brunei Sultanı için danışman olarak çalışan James Brooke isimli maceraperest bir İngiliz, 1841 yılında muhaliflerin tehlikeli bir isyanını bastırınca, bu hizmetinin karşılığında Sultan tarafından Racalık unvanına yükseltilir ve Beyaz Raca olarak anılmaya başlanır. Böylece Sarawak, Beyaz Racalar’ın egemenliği altına girer. Geleneklerin çok güçlü olduğu tüm Borneo Adası’nda, bu dönemden itibaren Sarawak ekonomik bir gelişme sağlar ve korsanlık ile kafatası avcılığı gibi şiddet olayları denetim altına alınır.

Kuching, Sungai Sarawak Nehri’nin kıyısında güzel bir konuma sahip. Kıyı boyunca kafeler ve restoranlar bulunmakta. Kuching  şehrinin adı, aynı zamanda şehrin sembolü de olan “kedi” anlamına gelmekte. Çok büyük olmayan şehir merkezinin girişinde sizi, herkesin önünde fotoğrafını çektirdiği büyük beyaz bir kedi heykeli karşılıyor. Burada bölgenin karmaşık etnik yapısını yansıtan Anglikan ve Katolik katedralleri, camileri, Budist ve Hindu tapınakları görüyoruz. Beyaz Raca’ların eski sarayı Astana binasında bulunan Sarawak Müzesi’ni geziyoruz. Etnolojik ve arkeolojik eserleri sergileyen müze Iban, Orang Ulu, Bisayah, Kelabit, Berawan gibi farklı diler konuşan çok sayıda yerli Dayak etnik topluluğunun yaşamları hakkında bilgi vermekte.

Ertesi sabah erkenden, yerel dilde “Orman adamı” anlamına gelen ve “Borneo’nun yaban adamı” olarak nitelendirilen orangutanlar ile tanışmak üzere Kuching’in güneyinde yer alan Semenggog Sarawak Doğa Rezervi’ne doğru yola çıkıyoruz. Orangutanlar sadece Sumatra ve Borneo Adaları‘nda yaşamaktalar.

Dünya Yaban Hayatını Koruma Vakfı’na (WWF) göre Borneo’da her yıl 1.3 milyon hektar orman yok olmakta. Ağaç katliamının nedeni ise, iyi gelir getiren palmiye ağacı yetiştiriciliği ve bunun teşvik ettiği kaçak ağaç kesimleriyle gerçekleşen yangınlar. Sonuçta ise adanın doğal hazinesi olan yağmur ormanları ve ekosistem dengesi hızla tehlike altına girmekte. Ve yine bu nedenle ağaçlarda yaşayan orangutan nüfusunun doğal yaşam ortamları yok olmakta. Hasta, yaralı ve annesiz kalan orangutanlar, hayatta kalabilmeleri için adanın ender sayıdaki rehabilitasyon merkezlerinde koruma altına alıp, daha sonra iyileşip, büyüyünce tekrar doğaya salıveriliyorlar. Semenggoh Sarawak Doğa Rezervi‘nde rehabilitasyon amacıyla koruma altına alınmış orangutanlar, yağmur ormanının içinde yaşadıkları için en iyi sabah saatlerinde, doğal ortamda beslenirken gözlemlenebiliyor. Sabah 10 ve öğleden sonra 3’te olmak üzere 2 defa, park görevlileri tarafından özel platformlara bırakılan meyveleri yemeye gelen orangutanlar oldukça yakından görülebiliyor.

Orangutanlar, çok yüksek olan ağaçların arasından rahat geçmeleri ve yiyecek platformuna ulaşabilmeleri için, sarmaşık gibi çekilen ipleri kullanıyor. Bu ağaç ve halatların üzerinde, tek elle tutunarak, baş aşağı sallanıp bacak açma numaraları yaparak inanılmaz pozlar alan bu iri gövdeli ve ince bacaklı büyük maymunlar oldukça ilginç bir görüntü sergilemekte. Uzun süren beslenme seansının ardından yağmur ormanlarının derinliklerine doğru geldikleri gibi hızla kayboluveriyorlar.

Daha sonra, uzun evlerde yaşayan İban etnik grubunu tanımak için Kuching’den dört buçuk saatlik mesafede bulunan Batang Ai’ye doğru devam edip, Kalimantan sınırını takip ederek Batang Ai Gölü’ne vardık. Buradan da 30 dakikalık bir tekne yolculuğu ile gölün kıyısında ve yağmur ormanları ile çevrili çok etkileyici bir konumda bulunan lodge’umuza vararak odalarımıza yerleştik. Göl kıyısında olmasına rağmen lodge’un hiçbir odasının göl manzaralı olmaması herkesi şaşırttı. Meğerse lodge geleneksel Iban uzun evleri mimari tarzında inşa edilmiş: Bu evlerin manzaralı tarafı genel kullanım için geniş bir alana açılıyor.

Ertesi sabah yağmur ormanının sesleriyle uyanmak çok etkileyiciydi. Sabah, Dayak bölgesinin daha gizli kalmış, sadece nehirden ulaşılabilen bölgelerini keşfetmek üzere dört kişilik yerel piroglarla (long boat) yola koyulduk. Gökyüzünün açık olmasına rağmen bu bölgelerde heran yağmur yağabilmekte, bu nedenle tedbirli olmakta fayda var. Gölü terk edip dolambaçlı bir nehirde güzel manzaraların içinden geçerek bir saatlik bir yolculuk ile gezeceğimiz İban Köyü‘ne vardık. Alıştığımızın dışında bir görüntü sergileyen, kazıklar üzerine kurulu geleneksel uzun evlerde (long house) yaşayan halkın yaşamını gözlemlemek çok ilginç.

Eskiden savaşçı ve kafatası avcısı olarak tanınan Iban halkı, günümüzde çiftçilik, balıkçılık ve avcılık ile geçinerek doğa ile ahenk içinde yaşamakta. Bu insanların yaşam alanları olan ‘uzun evler’; nehir kenarında, kazıklar üzerine tahta ve bambularla yan yana yapılmış ve aynı çatı altında birbirine bitişik, önlerinde ortak kullanım alanı olan bir dizi evden oluşan küçük bir köy demek. Köyün hane sayısına göre de uzun evin boyu artabiliyor. Uzunluğu 250 metreyi geçen bu ev silsilesi ortadan ön ve arka bölüm olarak bölünmüş: Ön taraf, nehre bakan uzun, ortaklaşa bir tür veranda veya kapalı platform gibi. Burası köyün toplu yaşam alanını oluşturmakta. Burada yemek pişiriliyor, yeniyor, sohbet ediliyor, ekonomik aktiviteler ve toplu törenler yapılıyor, kısacası köy meydanı…

Arkaya bakan, her ailenin özel yaşam alanı olan yer ise uyumak için bir odadan ve üzerindeki depo olarak kullanılan tavan arasından oluşmakta. Bir uzun evin büyüklüğü verandadaki kapı sayısı ile ölçülüyor: örneğin 25 kapı varsa, burada 25 aile yaşıyor demek. Gittiğimiz uzun evin sakinleri bizim için bir tören düzenlediler; Yerel bir pirinç alkolü olan ‘tuak’ ı tadarak, saygı töreni ve Ibanların geleneksel dansı olan ‘ngajat’ dansını  izledik. Köyden ayrılmadan önce açık bir alanda dövüş için iki horoz getirdiler ama herkes dövüşün  birkaç saniyeyi geçmemesi konusunda hem fikir olunca, gösteri çok kısa sürdü. Horozlar kızınca tüylerini muhteşem kabartıyorlar. Ayaklarına bağlı olan bir ip ise sahiplerinin, saldırıya geçtiklerinde birbirine zarar vermemeleri için kavgayı kontrol etmelerine yarıyor. Teknelere dönerken müthiş bir yağmur bastırdı. Yağmur öyle kuvvetli ki hareket etmek mümkün değil. Biraz bekledikten sonra yağmur hafifledi ve yapmayı planladığımız piknikten vazgeçerek piroglara binip dönüş yoluna koyulduk.

Fakat yağmurun dinmesi kısa sürdü. Sabahki mavi gökyüzü kapkara olup her taraftan şimşekler çakmaya başladı. Ağaçların tepeleri beyaz bir sise büründü. Tropik yağmurun altında orman manzaralarını seyrederek, piroglarla nehirde seyahat etmek bir başka güzel. Yağmurluk ve şemsiyelere rağmen otele sırılsıklam vardık ama hava sıcak olunca üşümek mümkün değil. Piknik yerine lodge’un açık büfesi kötü bir tercih olmadı. Öğleden sonra lodge’un etrafında güzel bir yürüyüş yapdık. ‘Canopy walk‘ olarak bilinen parkur, yerden yüksekliği yaklaşık 30 metre olan ince asma köprülerde yürüyerek yağmur ormanlarını tepeden görmeyi sağlıyor. Bunu daha önce Amazonlarda tecrübe etmiştim. İlk defa deneyen katılımcılar oldukça tedirgindi ama korkularını çabuk yendiler.

Ertesi gün Kuching’e dönerek oradan Sarawak’ın en büyük ikinci şehri ve Brunei’nin batı giriş kapısı olan Miri’ye uçtuk. Miri’nin açıklarında Malezya’nın tek offshore petrol platformu bulunmakta. Kuala Lumpur’daki ikiz kuleleri ile ünlü Petronas şirketinin bütün petrol tesisleri Miri’de kurulu ve petrolün getirdiği zenginlik bu şehirde kendini hissetiriyor.

Ertesi sabah, Miri’yi terk etmeden önce 1910’da açılan ve 1972 senesine kadar faaliyet gösteren “Grand Old Lady” adlı petrol kuyusunu görmeye gittik. Oradan da 30 kilometre uzaklıkta bulunan Brunei sınır kapısına doğru ilerledik. Bu arada, bir gün önce bizi Miri havaalanında karşılayan Brunei rehberinden söz etmeden geçemeyeceğim: Yaklaşık 1,60 boyunda ufak tefek, çocuk yüzlü ve 30 yaşlarında bir adam. Fakat esas şaşırtıcı olan ise bizi karşılamak için giydiği tunik. Pırlantalarla çevrili 5 tane yakut düğme sanki bize petrol zengini Brunei’ye hoş geldiniz diyordu! Rehber ertesi gün sade bir tunik giydi. Fakat bir sonraki yani Brunei’den ayrıldığımız gün pırlantalarla çevrili yakut düğmeler başka bir tuniği süslüyordu.

Miri’den 30 dakika sonra Batang Baram Köprüsü’nü geçerek, hepimizin merakını uyandıran Brunei Sultanlığı’nın sınır kapısına vardık. 2003 senesinde köprü açılana kadar, Sarawak-Brunei arasında ulaşım feribot ile sağlanıyordu. Resmi adı Brunei Darüsselam olan ve dört bölgeden oluşan, 5 765 km² lik küçücük bir ülke. Büyük kısmı ormanlarla kaplı olan ülke dünyanın en yeşil coğrafyalarından birine sahip. Petrol ve tabii gaz gibi yer altı madenleri bakımından da çok zengin. Ayrıca, ormanlardan elde edilen kauçuk gibi pek çok ürün Brunei’nin tabii zenginliklerini oluşturmakta. Yönetim biçimi mutlak ve kalıtsal monarşi. Bağımsızlığından bu yana Sultan Hasan Al Bolkiah tarafından yönetilmekte. “Altın Sultan” olarak tanınan Brunei Sultanı, 20 milyar dolarlık serveti ile dünyanın en zengin insanlarından biri olarak tanınmakta.

Offshore petrol platformlarının ve petrol tesislerinin bulunduğu kıyı şeridini kısmen takip ederek, 2 saatlik bir yolculuğun ardından başkent Bandar Seri Begawan’a vardık. Kısaca BSB olarak adlandırılan başkentin keşfine çıktık. BSB, altın kubbeli camileri ve sarayı ile dikkat çekiyor. Ülkenin en büyük camii Jame Asr Hassanal Bolkiah şimdiki sultanın hükümdarlığının 25. yılını kutlamak için 1992’de inşa edilmiş. Hanedanın 29. Sultanı olduğu için cami 29 altın kaplı kubbe ile donatılmış. En çok beğendiğimiz ise 1954-1958 yılları arasında suni bir göletin kıyısında inşa edilen ve bir önceki sultanın ismini taşıyan Omar Ali Saifuddien Camii oldu.

Güneş batımı sırasında oluşan gölgeler çok etkileyiciydi. Bandar Seri Begawan’da XVI. yüzyıldan beri kullanılan bir yerleşim yeri olan ve dünyanın en büyük su köyü olan Kampung Ayer’de tekne ile bir gezi yaptık. Kazıklar üstüne inşa edilmiş evlerde 20000 kişi yaşamakta. Çok sayıdaki kanaldan geçerek burada yaşayan bölge halkının ilginç geleneksel hayatına tanık oluk. O akşam Brunei Nehri‘ne hakim bir lokantada lezzetli bir Çin fondüsü yedik: Masaya balık parçaları, yengeç, karides ve diğer çiğ deniz ürünleriyle dolu iki tepsi geldi. Masanın üzerindeki iki ocakta birindeki tencerede sade diğerindekinde ise acılı konsome kaynıyor. Deniz ürünleri ile beraber mantar, sebze ve pirinç makarnası olan ‘noodles‘ları bu konsomelerin içine atınca kısa bir sürede oldukça lezzetli ve zengin bir çorba elde ediyorsunuz!

Ertesi sabah, daha çok etnografik eserlerin sergilendiği Malay Teknoloji Müzesi’ni gezdik, ardından da, 1992’deki sultanın gümüş jübilesi için açılan Royal Regalia Müzesi‘ni ziyaret ettik. Burada 600 senedir nesilden nesile aktarılan kraliyet mirası ve diğer ülke liderlerinin verdiği hediyeler sergilenmekte. Her şeye sahip bir insana ne gibi hediyelerin verilebildiğini burada görüyorsunuz. Müze bir önceki ve şimdiki sultanların dev tekerlekli tören arabalarını da barındırmakta. Süslü arabaların her biri 24 önde ve 24 arkada olmak üzere toplam 48 kişi tarafından çekiliyor. Daha ilginç olanı ise taç giyme töreni sırasında kullanılan som altın taht, taç, kol ve el (sultan birinin tuttuğu kolun ucundaki elin içine çenesini dayıyor), asa, 2 sembolik kedi, sultanın ve eşlerinin giydi kostümler, müzik enstrümanları. Girişteki tören arabası hariç, fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu müzede Brunei Sultanlığı ile ilgili birçok şeyi öğrenmek mümkün. Son olarak “İnanç Işığının Sarayı” anlamına gelen nehir kıyısındaki Istana Nurul Iman Sarayı’nı dıştan görmek için kapısında bir mola verdik.

Geniş kraliyet ailesini ve başbakanlığı barındıran 200.000 metrekarelik bir alanda kurulmuş sarayın içinde 1788 oda, 257 banyo, 5000 kişilik bir ziyafet salonu, 1500 kişiyi alabilen cami, 5 yüzme havuzu ve dev bir garaj bulunmakta. Sultan Hassanal Bolkiah araba düşkünlüğü ile meşhur. Lamborghini, Porsche ve Jeep koleksyonu ile 1000’den fazla arabaya sahip!  Sultan sadece Ramazan Bayramı’nda, 3 gün süreyle sarayın kapılarını halka açıyor. Ziyaretçilerin saraya girebilmek için sarı renkli kıyafet giymemeleri gerekiyor çünkü sarı renk kraliyet ailesine mahsus. Birinci eşi ile halen evli olan 1946 doğumlu sultan, eski bir hostes olan ikinci eşinden boşandıktan sonra 2005’te kendisinden 33 yaş küçük eski bir televizyon spikeri ile üçüncü evliliğini yapmış. Akşamüstü, Borneo adasının kuzeydoğusunda yer alan ve daha çok KK olarak adlandırılan Sabah eyaletinin başkenti Kota Kinabalu’ya uçtuk. II. Dünya Savaşı sırasında harap olduktan sonra yeniden kurulan şehir, modern görünüme sahip bir ticaret ve tatil merkezi.

Ertesi gün, 1963’te Sabah eyaletinin ilk milli parkı ve aynı zamanda Malezya’nın UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan ilk doğa mirası olan Kinabalu Dağı Milli Parkı’nı gezmek için yola çıktık. Kota Kinabalu’dan 2,5 saatlik mesafede bulunan 754 kilometrekare genişliğindeki Kinabalu Parkı, 4095 metre ile Güneydoğu Asya’nın en yüksek dağına ev sahipliği yapmakta. Araştırma ve eğitim merkezi gezisi esnasında, dev ağaç ve aşk merdivenlerinin yanı sıra değişik etobur bitkileri, aralarında çok nadir bir orkide olan Paphiopedilum Rothchildianum ve bir kadının vücuduna benzetilen en küçük orkide gibi çok sayıda endemik bitki türünü görüp, bu olağanüstü biyolojik çeşitliliği barındıran park hakkında bilgi edindik.

Burada dünyanın en büyük çiçeği olan Rafflesia’yi de görebildik. Botanik dünyasının bir harikası olan ve genişliği 1 metreye kadar büyüyebilen Rafflesia aslında kökü, sapı ve yaprağı olmayan bir parazittir. Sadece ince ipçiklerle beslenebilen bu çiçeğin ömrü yaklaşık bir hafta civarında. Çok nadir olan bu kırmızı çiçeğin görülmesi oldukça zor. Çiçek ismini 1818 yılında düzenlenen keşif heyetinin lideri ve Singapur’un kurucusu Sir Thomas Stamford Raffles’dan almış.

Kota Kinabalu’ya dönmeden önce bir ‘Canopy walk’ yürüyüşü daha yapma imkanı bulduk. Buradaki asmalı köprüler biraz daha yüksek olmasına rağmen artık herkes alışmış olduğu için köprülerde daha hızlı ilerleyebildik. Bir sonraki etap, Sabah eyaletinin kuzey-doğusuydu. Filipinler ve Borneo arasında yer alan Sulu Denizi’nin kenarındaki Sabah’ın ikinci büyük kenti Sandankan’a kısa bir uçuşla vardık. Şehre gitmeden önce saat henüz erken olduğu için Sepilok Orangutan Rehabilitasyon Merkezi‘ne uğradık.

Beslenme platformu, bu bölgede bol bulunan, çalma konusunda oldukça deneyimli ve beslenme saatini bilen makak maymunları tarafından işgal edilmiş vaziyetteydi. Mamak maymunlarının, orangutanlar buraya geldikten sonra bile meyveleri çalabilmek için yapmadıkları cambazlık kalmadı. Sebze, meyve ve balık çeşitleri ile renkli Sandankan merkez pazarını gezip sonraki iki gece kalacağımız ıssız lodge’a götürmek üzere bolca ananas ve mango satın aldık. İlk günden beri yediğimiz meyvelerin tümü çok güzeldi. Çok sevdiğim ananaslar o kadar lezzetliydi ki seyahat boyunca tam bir ziyafet oldu. Zaten Çin ve Malay mutfaklarının bir karışımı olan yemekler de gayet güzeldi. Batı tarzı yemek arayanlar için ise büfelerde her zaman çeşitli makarnalar mevcuttu.

Öğle yemeğinden sonra, Sandankan Limanı‘ndan hareketle, önce denize ve daha sonra Sulu Denizi’ne dökülen dünyanın en zengin ekosistemlerinden biri olan menderesli Sungai Kanabatangan Nehri’nde 2 saatlik bir hızlı bot yolculuğu ile Sukau bölgesine vardık. 560 Km ile Sabah’ın en uzun ve en güçlü akarsuyu olan Kinabatangan Nehri’nde bakir mangrovlardan, sulak alanlardan ve yağmur ormanlarından oluşan çok özel bir doğal ortamda, sıra dışı manzaralar eşliğinde bir yolculuk yaptık. Bölgenin iç kısımlarına doğru ilerledikçe gökyüzü karardı ve yine tropikal bir yağmur başladı. Neyse ki yağmur loge’umuza varmadan durdu ve güneş yüzünü tekrar gösterdi.

Kazıklar üstüne inşa edilmiş bungalovlardan oluşan lodge, nehir kenarında çok güzel bir doğanın içinde yer alıyor. Odalar oldukça basit ama içindeki klima bu nemli ortamda büyük bir konfor sağlıyor. Akşamüstü güneş batana kadar nehirde ilk tekne gezimizi yaptık. Nehir kenarında ki ağaçlarda, bolca, nesli tehlikedeki türlerden biri olan kırmızı uzun burunlu Proboscis (Nasalis Larvatus) maymunlarını görebildik. Çok sessiz olmak gerekiyor zira en ufak bir ses duyunca insanlardan korkuyor ve çığlık atarak ormanın derinliklerine kaçıyorlar.

Garip burunları ve koca göbekleriyle oldukça gülünç bir dış görünüşleri var. Ayrıca bu sefer sadece Sumatra ve Borneo’da yaşayan orangutanları doğal ortamında görebildik. Geceyi geçirmek için ağaçlarda yatak hazırlamakla meşguldüler. Ertesi sabah doğanın uyanışına tanık olmak için saat altıya doğru hareket ettik. Kinabatangan Nehri’nin yukarı yönüne doğru bir tekne yolculuğu ile nehrin mendereslerinin oluşturduğu ve ‘Oxbow Lake‘ olarak adlandırılan göle doğru ilerledik. Nehrin dar bir kolunun içinden ve ağaç dallarının arasından geçerek erozyonun tıkadığı eski bir menderesten oluşan göle ulaştık.

Burada kuş gözlemlemek için gölün kıyısındaki ormanda bir doğa yürüyüşü yapacaktık fakat bir önceki gün yağan şiddetli yağmurdan dolayı yol  çamurlu olduğu için yerel rehber yürüyüşten vazgeçmemizin daha doğru olacağı yönünde bir öneri sundu ve biz de vazgeçtik. Lodge’a döndüğümüzde öğrendik ki bizden daha cesur bir İngiliz çift lastik çizme giyerek o yürüyüşü yapmaya başlamış fakat sülüklerin saldırısına uğrayınca geri dönmek zorunda kalmış…

 

Kahvaltıdan sonra lodge’un arkasında bulunan sık ormanın içinde, sulak yerlerden uzakta bir yürüyüş yaptık. Kırkayak gibi ilginç böcekler ve sayısız irili ufaklı kelebek gördük. Kanabatangan bölgesinde görünmeleri zor olan pigme (cüce) Borneo filleri yaşadığını biliyorduk. Yürüyüş esnasında bu bilgimizi doğrulayan oldukça taze fil dışkılarına rastladık fakat kendilerini maalesef sonraki gezilerde de göremedik.

Öğleden sonra geç vakitte bir tekne turu daha yaptık. Bu kez yaban hayatına daha fazla ve daha yakından tanık olduk. Nehirde yüzen ve avlanan timsahlar, dev sürüngenler, zarif beyaz balıkçıl kuşlarının suda yansıması; erguvan balıkçıl kuşları, avlanmak için suyun içine dalan sivri gagalı değişik renkli küçük “kingfisher” kuşları, siyah leylek, kocaman sarı boynuz gagalı harika Hornbill kuşları, bir ağaçtan diğerine uzun atlayışlar yapan Proboscis maymunları, sevimli oyunbaz bebekleri ile makak maymun aileleri, güneş batınca uyumak için ağaçların tepesine yerleşen Proboscis maymunları ve orangutanlar…

Akşam yemeğinden ve hava karardıktan sonra parlayan binlerce yıldız, ormanın sesleri ve nehrin sessizliği eşliğinde son bir tekne gezisi daha yaptık. Rehber güçlü feneriyle nehrin kenarını dikkatle inceleyip ara sıra ağaçların dallarında uyuyan kırmızı gövdeli ve mavi kafalı kingfisher kuşlarını, atmaca kartalları ve baykuşları bize gösterdi.

Ertesi sabah kapımızın önünden gelen garip seslerle uyandık ve pencerenin perdesini aralayıp baktığımda bir koltuğun üstüne çıkmış bir makak maymunu bana bakıyordu. Sanki bana kapıyı açta içeri geleyim diyordu… Diğer maymunlar ise kapının önünde birbiriyle oynaşıyorlardı. İyi ki bungalovumuzun terasında bir şey bırakmamışız. Bir daha bulamayabilirdik! Bu sevimli maynun sahnesi Borneo’daki vahşi hayatın son hatırası oldu. Artık Sandankan’a geri dönme ve Borneo ile vedalaşma zamanı.

Leave a Comment